Katar’ın Yaşar Nuri Öztürk’ü olan Abdulhamid Ensari (Şeriat Fakültesi eski dekanı) Müslümanların komplocu kafaya sahip olduklarını söylemiş. Kardavi’nin tam zıddı olan bu zat ilginç çıkışlarıyla tanınıyor ve ‘liberal Müslüman’ olarak da anılıyor. Müslümanların Batı’yı ve Batılıları ezbere suçladıklarımızı söylüyor. Olan bitenin bütün suçunu Müslümanlara yüklüyor, yıkıyor. Muhtemelen Hudson Enstitüsü tartışmalarına muttali olsaydı Zeyno Baran yerine onu suçlayanları itham ederdi.
Buna özür dilemeci (apologist) yaklaşım da deniliyor. Bu bağlamda, Danimarka’daki karikatür skandalı, Hollanda’nın Ayan Hırsi Ali gibi yalancıları ödüllendirmesini ve yine Batılı ülkelerin Teslime Nesrin ve Selman Rüşdi gibilere sahip çıkmasını Müslümanların kabahatı sayardı. Ve daha geniş karınlı olmamızı öğütlerdi. Ama İngilizler bir on yıl sonra yine karşımıza böyle bir skandalla çıktı. Buna skandala tüy dikmek denilir. İngiliz Muhafazakâr Partisi Lideri Cameron’un Kardavi’ye Şark ile Garp arasında nefret tohumları ektiği suçlaması isnat etmesine rağmen bunu, geçmişten günümüze kadar yapan kendi ülkesinden veya cephesinden Rudyard Kipling veya Bernard Lewis veya Huntington gibilerden esirgemektedir. Meselenin küllenmesine rağmen neden İngiltere durduk yerde Selman Rüşdi’ye ‘sir’ ünvanı ve şövalyelik madalyası (knighthood) takdim etti. Bu reva mıdır? Gûya İslâm âlemi ile Batı arasındaki mesafeyi ve hissî uzaklığı daraltmak ve kapatmak istiyorlar, ama fiiliyatta tam da tersini yapıyorlar. Gözlerinden yaş akarken elleriyle cinayet işliyorlar.
Selman Rüşdi olayı bir tesadüf değildir. Yine Prenses Diana’nın saraydan kaçarken sırayla Müslüman kimliklere sığınması da bir tesadüf olamaz. Şuur altı bir rövanştır. Önce Hasnet Han’a ardından da Mısırlı Dodi’ye aşık olduğu söyleniyor. Bence bu aşklardaki Müslüman kimlikle Buckhingham sarayındaki derin İslâm nefreti arasında gizli bir mübareze ve düello münasebeti var. Dolayısıyla olan biten asla bir tesadüf değildir ve şuuraltının ifrazatı ve dışarıya vurumudur.
***
Ensari’nin komplocu kafa olarak tanımladıkları kapsamına giren Hamid Rebi, Arap âleminin en tanınmış siyaset bilimcilerinden birisiydi. Şüpheli bir şekilde öldü. Uğur Mumcu gibi netameli konular üzerinde yazarken ansızın ölüveriyor. Ölümünün gerisinde İsrail parmağı arayanlar var. Arafat’ın akibeti gibi. Bu bağlamda, geçmişten geleceğe Raif Karadağ veya İbrahim Kutlay gibi şüpheli ölümlere sahne olan ilim ve kalem erbabı var. Hamid Rebi tam da Ensari’nin hilâfına Mısır ile ABD arasında ortak yürütülen bilimsel çalışmaların Mısır’ın rızası hilâfına İsrail’e sızdırıldığını ve teslim edildiğini söylemektedir. Amerikan finansı ve Mısırlı ilim adamlarının ortaklaşa çabasıyla yürütülen bu ilmî çalışmalar neticede İsrail’in eline geçiyor. Sanki onun hesabına yürütülmüş oluyor.
Bu bağlamda 1990’lı yıllarda bizim üniversitelerimizde Amerikalılarla benzeri araştırmaları yürüten beyaz Türkler’den bahsedilirdi. Ardından Soros adı ve ünvanıyla karşılaştık. Ama Soros’un cephesinde çalışmayan beyaz Türkler de var. Onlar ABD’deki başka kanatlarla çalışıyorlar. Zeyno Baran bunlar arasında olmalı. Hamid Rebi ‘İslâm ve Uluslararası Güçler’ kitabında İslâma yönelik küresel bir saldırı planından bahsetmektedir. Bu planın özelinde de İsrail vardır. Gereksiz bir şekilde Müslümanlara ve İslâma yönelik orada burda ortaya çıkan ve birbirinden bağımsız zannedilen saldırıların bu küresel planın bir parçası olduğunu yazıyor. Bilindiği gibi Danimarkalı karikatürleri yayınlayan editör Neoconlarla canciğer kuzu sarması çıkmıştı. Hollanda’yı terk ederken arkasında yalan dolan ve skandal bırakan Hırsi de Washigton’da Enterprise Enstitüsüne kapak atmıştı. Bunlar tesadüf mü? Yeniden Selman Rüşdi’nin hatırlanması böyle bir şeydir.
***
Nedense Hamid Rebi gibi isimler bana Necdet Sevinç’in ‘Yazarını Kurşunlatan Yazılar’ ifadesini hatırlatıyor. Örgütlü çekirdek azınlıklar karşısında cesur olmak zor, namuslu kalabilmek daha zordur. Rebi gibiler hem cesur, hem de namuslu kalabilen isimlerdendir.
20.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|