Rönesans sonrasında filozof aydınlar, seküler dünya anlayışı ile insanı kâinatın merkezine koyarak dinden bağımsız bir dünya görüşünü benimsemişlerdir. Devleti de dinden tamamen ayırarak insan-devlet ve dünya bağlamında mâneviyatsız bir hayat üçgeni oluşturmuşlardır. 18. yüzyıla kadar Avrupa’da aristokratlar, rahipler ve halktan oluşan toplum yapısı hâkimdi. 18. yüzyıldan sonra kiliseden bağımsız olan birey, akıl, maslahat ve ihtiyaç üçgeninde fikir ve düşünce üretmesini mümkün kılacak bir siyasî yapıyı oluşturmak amacını takip etmiştir. Buna da “Rönesans” adını vermişlerdir.
Seküler demokrasinin yeniden canlanmasına kaynaklık eden sebeplerden birincisi, Newton’un “Bilimsel Devrimi”dir ki, bununla tabiat kendi kendini yöneten bir kozmik yapı olarak algılanmaya başlamıştır. Bu da canlı ve akıllı varlık olan insanın, her şeyi yönetebilme kudretine sahip olduğu vehmini doğurmuştur. İkincisi; akıl yoluyla temellendirilen “Liberal Siyasal Yaklaşım”dır. Üçüncüsü de, dinden bağımsız akıl ile fennî gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan makineleşme ve bunun sonucu ortaya çıkan “Endüstri Devrimi”dir. Özellikle matbaanın kullanılmasından sonra hümanizm ve düşünce özgürlüğü, dinden bağımsız yaşama olarak anlatılmıştır.
Bu gelişmeler, Hıristiyanlık dünyasında dinde reform düşüncesini ortaya çıkararak kilisenin bölünmesine ve İncil’in yeniden yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu döneme “Aydınlanma Süreci” adı verilir. “Liberal Demokrasi”nin gelişimine katkı sağlayanlar, fikir adamları ve filozoflar olmuştur. Bunlardan Rousseau, cumhuriyetçi anlayışı savunmuş; Montesguieu hukuk devleti, güçler ayırımı ve bireysel haklar gibi demokratik anlayışı temellendirmiş; Mill ise, bireysel özgürlük anlayışına vurgu yapmıştır. Bunlarla beraber, liberal doktrine kaynaklık eden ve anayasal demokrasi fikrini ortaya atan John Locke olmuştur. “Toplumsal Sözleşme” ile bir siyasî organizasyon olan devletin kökeni ve meşrûluğu Locke’e göre “Doğal Hukuk”a dayanır. Doğal hukukta eşitlik ve özgürlük söz konusudur. Ancak doğal hukuku, aklın buyruğu olarak anlamak doğru değildir. Çünkü akıl, doğal hukuku kurgulayarak tesis edemez. Bunu ancak İlâhî güç belirleyerek insanların kalplerine yerleştirir. Dolayısıyla Locke, doğal hukukun kaynağı olarak Allah’ı kabul eder.1
Liberal demokrasi toplum ve devlet anlayışı olarak bireye ve bireylerin iradelerine dayanan bir sistemdir. Dolayısıyla devlet ve siyasal iktidarın kaynağı bireylerin ortak iradesidir. Birey toplumdan önce vardır ve bireyin sahip olduğu haklar toplumdan öncedir.2 Toplumda haksızlığa uğrayan bireyin hakkını devlet savunacak ve koruyacaktır. Devletin varlık sebebi budur. Montesguieu’ya göre devlet bu hakkı “Yasama-Yürütme ve Yargı” erkleri ile sağlar.3
Demokratik bir devlette kuvvetler ayrılığı, siyasal düzenin düzgün yürümesi ve hakların korunması için gereklidir ve hakların ihlâli için kullanılamaz. Bundan dolayı Montesguieu’ya göre özgür bir devlette yasama organının yürütmeyi durdurma yetkisi yoktur. Ancak yasama organının çıkardığı yasaların uygulamasında yürütmeyi denetleme yetkisine sahiptir. Yasama ve yürütme birbirini sınırlandırabilir. Bu yürütme organında yer alanların yasaya aykırı işlemlerinden dolayı cezalandırılmalarının önünü açar. Zaten demokratik sistemi üstün kılan niteliklerden biri de, hükümetin icraatlarından dolayı hesap verme zorunluluğunu taşıyor olmasıdır.
Sonuç olarak, liberal demokrasi, uzun bir sürecin ve insanlığın toplumsal birikimi, tecrübeleri ve filozofların katkıları ile gelişmiş, günümüz demokratik yönetimlerini meydana getirmiştir.
Liberal demokrasinin gelişiminde İslâm’ın hürriyetçi ve insana değer veren, temel hak ve hürriyetlerini koruyan hukuk sisteminin büyük katkısı vardır. Şayet “İslâm Hukuku” olmasaydı, liberal demokrasi de olmazdı. Bu ayrı bir yazının konusudur. Ama ne var ki, batıda liberal demokrasi muharref Hıristiyanlığın baskısından kaçarak seküler bir dünya görüşü üzerine oturmuştur. Demokrasiyi muallel kılan ve bazı insanları kendisinden kaçıran bu yanlış temel yaklaşımdır. Şayet “hukukun üstünlüğü”nü esas alan, hak ve hakikate dayanan İslâm inancına bina edilecek olursa dünyaya bir “Asr-ı Saadet” daha yaşatacağında şüphe yoktur.
Dipnotlar:
1- Mustafa Erdoğan, (Ankara–2001) Anayasal Demokrasi, s. 10–11
2- Atilla Yayla, (Ankara–2000) Liberalizm ve Türkiye, s. 164–165
3- Montesguieu, (İstanbul–2001) Kanunların Ruhu, Derleyen: Mete Tunçay, s.330
20.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|