Kimi arkadaşlarımızın, “Siyasî konularda kimse benimle meşveret etmedi!”, kimisinin, “Aslında cemaat filancanın etkisinde kalıyor; dolayısıyla hatalı kararlar alıyor!” iddiasında bulunmasının sebebi; meşvereti, sistemini ve işleyiş tarzını bilmemesi veya kabul etmemesidir. Asr-ı Saadet meşveret sistemini çağımıza taşıyan Bediüzzaman’ın tarifiyle meşveret sistemimiz şöyle işler:
Her hizmet mahalli, her belde, her il, “gizli oy, açık tasnif” ile hizmetleri yürütecek meşveret heyetini seçer. Her ilin meşveret heyetleri, senede iki defa toplanan Türkiye—ve dünya—çapındaki genel meşveret üyelerini seçer. Fertler, düşüncelerini, tekliflerini hiyerarşiyi takip ederek en yüksek heyete ulaştırır ve gündem oluşturulur. Meseleler tartışılır ve oy çokluğuna göre karara bağlanır. Alınan kararlar, en küçük mahallere kadar sözlü ve yazılı olarak ulaştırılır. Olağanüstü bir durum çıkarsa, sanırım dört bölge meşveretin ortak çağrısı ile genel meşveret toplanır. Ayrıca, meşveret heyetine bağlı çeşitli kurullardan birisi de yayın kuruludur. Gazete ve dergilerdeki yazıları değerlendirir. Prensiplerle çelişen bir durum çıkarsa, ikazlarını yapar. Bu arada, okuyucularımız da zaten her an otokontrolde. Çünkü Bediüzzaman, Nur talebelerini, “Herbiriniz herbirisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer nümune-i imtisâl ve tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zekî muhatap ve mucîp (cevap veren) ve güzel seciyelerin in’ikâsında birer ayna”1 şeklinde tanımlar.
Daha önce işledik, aslında dahilde tenkit/eleştiri yerine, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” gereğince, eksikler tamamlanır, yardım edilir, kusurlar örtülür, ihtiyaçlar karşılanır.2 Ve ikazlar yapılır. Şayet ikazlar haklı, eleştiriler isabetli ise, zaten meşverete yansır. Yansımıyor ve sonuç alınamıyorsa; yapılacak şey ihlâs gücüne dayanarak sayılan hususların gerçekleşmesine çalışmaktır.
“Cemaat fertleri, bir kişinin etkisinde kalıyor” demek, hem fertlere, hem cemaate bühtandır. Yıllarını okuyarak, müzakere ve mütalâa ederek ve anlatarak Risâle-i Nur hizmeti içinde geçirmiş insanlara, “Filanın etkisi altında kalıyorlar!” demek en azından sû-i zandır. Bu, “Çarıklı ve kasketli halk sürüdür, anlamaz!” diyen müstebit zihniyetin ürünüdür. Ve öyle bir düşünce Risâle-i Nur’a terstir. Zira insanlar cahil de olsalar, akıllıdırlar, meseleleri tartarlar. İşte Bediüzzaman’ın bu husustaki ölçüsü:
“Suâl: Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.
“Cevap: Çendan (gerçi) cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... İşte, müştebih (birbirine benzeyen) ağaçları gösteren semereleridir (meyveleridir). Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir. Ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır.”3
Diğer taraftan, meşverete katılan veya katılmayan cemaatin fertlerini, Nur talebelerini Üstad’a göre değerlendirirsek, şöyle bir bakışa sahip olmalıyız: “Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.”4
Şahsen, risâleleri anlayarak bir senede zamanın mühim âlimi olan pek çok ağabey ve kardeş tanıyorum. Haydi farz edelim ki, bir kısmı, risâlelerin tümünü 10 senede anlayarak okumuş olsun. Böyle binlercesi de vardır. Dolayısıyla cemaati ve fertlerini “Başkalarının etkisi altında kalıyor!” diye itham etmek, küçümsemek, haksızlık olmaz mı? Risâle-i Nur’u okuyan, Üstad’ın etkisinde kalır; neden başkasının etkisinde kalsın ki! Ayrıca, Üstad kendisini mihenge vurdurduğuna ve bu dersi verdiğine göre; cemaati etkileyenleri de mihenge vurabiliriz:
Acaba hangi seviyede Üstad’ın, Risâle-i Nur’un etkisinde kaldılar, hangi seviyede başka olayların etkisinde kaldılar? Yoksa, bu ithamda bulunanlar, “başkasının etkisinde kalıyor” da içe bakış metoduyla ve kendi aynasının müşahedâtına tâbi olarak mı öyle söylüyorlar?
Öte yandan, Üstad, “şeriatin usûlüne göre yapılan meşveret; baskı ve tahakkümün belâsından kurtarır”5 demiyor mu? Bu meselenin psiko-sosyal boyutlarını etraflıca ele alacağız; burada etkinin iki sebebine işaret edelim:
Ya onun gibi düşünülüyor veya daha iyi bilen ve ifade edene güven duyuluyor.
Her iki durumda da yapacak bir şey yok. Senin benim etkimde kalmaktansa, bilenin, güvenilenin ve şahs-ı manevînin etkisinde kalmak yeğ tutulmalı değil mi?
Dipnotlar: 1- Şuâlar, s. 272.; 2- Lem’alar, s. 164.; 3- Münâ azarât, s. 50.; 4- Lem’alar, s. 171.; 5- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 59.
23.06.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|