Bazı anlar vardır ki, asırlara bedeldir. Dolayısıyla hakkı verilmiş zamanlarla aylaklık zamanları bir değildir. Çığır açan zamanlarla çığır kapatan zamanlar bir değildir. Bundan dolayı romancılar ‘gün olur asra bedel’ diye kitaplar yazmıştır. Aynen de böyledir. Yavuz Sultan Selim’in 7.5 yıllık iktidarı, Osmanlı topraklarının ikiye katlandığı bereketli bir zaman dilimidir. Yüzyılların birikimine bedeldir. Tarihte de bereketli anlar ve devreler vardır. İşte zamanın gölgesini uzatan bu berekettir. O koca hünkâr kısa bir zaman içinde cihânı titretmiştir. Muzaffer Kutz tarihten ödünç aldığı bir yılla tarihin seyrini değiştirmiş ve Moğol istilâsını geri püskürtmüştür. Onun bir yılı tarihte bir ‘turning point’, yani dönüm noktasıdır. Bu bir yılı küçümseyenlerin kendileri küçüktür. Zamanın kısalığının icraatların büyüklüğü karşısında ne önemi var? Önemli olan bu kısa zamandaki icraatın önemidir. Ömer bin Abdulaziz ve Hazreti Ebubekir’in iki buçuk yıllık devreleri de böyledir. Elbette Hazreti Ömer’in 10 yıllık devresi, Peygamberimizin rüyasında da tecelli ettiği gibi, daha kalıcı icraatlar ortaya koymuştur. Ama kimsenin Hazreti Ebubekir ve Ömer bin Abdulaziz’in kısa devrede yaptıklarını küçümsemeye hakkı yoktur. Ama gelin görün ki, İslâm’da İhyâ Hareketleri adlı kitabında Mevdudi tam da bu men edilen şeyi yapmıştır. Bakın Et Tecdit ve İhya’üd-Din (Yenileme ve Dinin İhyâsı) adlı eserinde Mevdudi, büyük müçtehidlerin samimî gayretlerinden ve şükranımızı hak eden hizmetlerinden bahsederken, sarih bir üslûpla şunları söylemektedir: “Tarihe şöyle bir baktığınızda görürsünüz ki dini ihya edecek gerçek ‘yenileyici’ henüz doğmamıştır. Hazreti Ömer bin Abdulaziz bu makama ulaşacak gibi görünüyordu ancak nasibi değildi. Ondan sonrakiler belli bir alanda başarılı olabilmişlerse de ancak hiçbirisi kâmil yenileyici mertebesine ulaşamamıştır...” Gazali’ye yönelttiği tenkitlerin benzerlerini Ömer bin Abdulaziz’e de yöneltmektedir. Burada başarı veya başarısızlığın ölçütü veya kriteri nedir? Mevdudi’nin Ömer bin Abdulaziz mukayesesini Ayetullah Humeyni bizzat Hazreti Peygamber üzerinde icra eder. Bazı eserlerinde Hazreti Peygamberin yeteri kadar başarılı olamadığını, ama Mehdi gelince tam başarılı olacağını yazar. Demek ki burada başarı maddî kriterler. Öyleyse neden Hazreti İbrahim, Musa ve İsa ulû’l azm peygamberlerden de Hazreti Davud ve Süleyman değil?
***
Mevdudi’nin fikriyâtından yola çıkanlar, az bir vakit hüküm süreceği için, Mehdi’nin de başarısızlığa mahkûm olduğunu öngörmektedirler. Mehdi meselesine pek aklı yatmayan, ama bu konuda 750 kitap yazıldı diye şikâyet eden ve 751’incisini de kendisi yazan Adab Muhammed Hamş adlı müellif, Mehdi el Muntazar adlı hacimli kitabında aynen şunları yazıyor: “Bu ümmetin çocukları olarak erkeklerinin himmetini dumura uğratan bir inancı paylaşmak bize yakışır mı? Zulüm, cevr ü cefanın pençesinde binlerce yıl Mehdi bekledikten sonra onun sancağı ve adaleti altında bir neslin mesut ve bahtiyar olması reva ve olacak şey midir? Zira hadislerde onun ahir zamanda beş, yedi veya dokuz yıl hükmedeceği ifade ediliyor. Ya sonrası? Sonrasında ölüp gidecek ve gerisi yine kesilecektir. Ondan sonra yaşamakta hayır kalmayacaktır (Mehdi el Muntazar, s:532)...” Yani ona göre, gelse ne olur, gelmese ne olur!
Maalesef, bu da başka bir Mevdudi kafasıdır. Hamş’ın bu iddiasına mukabil kimi modern müellifler Mehdi ile birlikte Mehdiyet devletinin kurulacağını ve onlarca yıl hüküm süreceğini savunuyorlar. Sözgelimi İmam Rabbani’nin irşat ettiği Evren-gzip gibi cihangirlerden sonra da devlet üzerinde bu ıslâhat uzunca bir dönem cari ve etkili olmuştur. Dolayısıyla, başarıdan ziyade, tebliğin veya yöntemin kendisi daha önemlidir. Büyüklük maddî başarıya bağlı değil, ihlâsa, gayrete samimiyete ve tebliğde kusur işlememeye bağlıdır. Peygamberlerin veya onların takipçileri bu yönde değerlendirilmelidirler. Onlar tebliğlerinde kusur işlediler mi, işlemediler mi mühim olan odur. Ve onların Allah’ın emirlerine asi gelmeyeceklerini biliyoruz. O halde? Başarı kriteri sizin nefsî arzularınız mıdır? Başarı veya zafer ise, Cenâb-ı Hakkın lütfudur ve hangi nesle veya kimselere bahşedeceğini yalnızca o bilir.
***
Zafer ve netice, bir süreçtir, onu hızlandırmak veya temin etmek kulun elinde ve uhdesinde değildir. Zafer bir süreç olduğundan ve Allah’ın elinde bulunduğundan dâvâ sahipleri için yöntem zaferin kendisinden de önemlidir. Biz sadece vaktin icâbâtını ve işini yapacağız.
‘Yöntem zaferden daha önemlidir’ ifadesi, sufîlerin ‘istikamet kerametten daha önemlidir’ sözüne benzer ve öyledir de. Biz yöntemimizden sorumluyuz, zaferden değil. Eski deyimle, seferle yükümlüyüz, zaferle değil. Ama Mevdudi bunları yanlış anlamıştır. Bu yöntem yanlışlığından dolayı Nedevi, ikisi de dostu olduğu halde hem Mevdudi, hem de Seyyid Kutup’u eleştirmiştir. Elbette bu anlamda AKP’lilerle Seyyid Kutup ve Mevdudi ile bizim durumumuzu kıyas edebiliriz. Biz sadece bir aynayız. Aynalara kızılmaz.
29.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|