Siyasette tedricîlikten sonra sıra hukukta tedricîliği ele almaya geldi. İman, ahlâk ve hukuk bir üçgendir. Dinî hayat, ancak bununla kaimdir ve dengede durabilir. Hukuk ahlâkın zırhı ve kışrıdır. O olmadan ahlâk tam mükemmel olarak işlemez ve korunamaz. Ama hukukun temeli de ahlâktır. Ahlâk olmazsa, din ve hukuk manipüle edilir. Mesih’in karşı olduğu ve mücadele ettiği Ferisîler gibi, hile-i şeriyyeci ve ahlâksız cemaatler türer. Bu itibarla ahlâksız din olamaz. Olursa bu makyavelist bir dinî anlayış olur ve deccalâne bir vasıf kazanır.
Sözgelimi, Bush ve Blair ikilisi dindardır. Son sıralarda Blair katolikliğe doğru hamle ve manevra yapmaktadır. İsterse İslâm’a doğru bir manevra da yapabilir. Fark-etmez. Özünü, yani ahlâkını düzeltmedikçe din etiketi ona bir artı katmaz. Katkı sağlamaz. Tam karşısında ise, Carter gibi ahlâk abidesi ve hem de dindar bir eski başkan var. Bir de dindar geçinen, ama her türlü yalanı, hileyi ve dolandırıcılığı mübah gören, irtikap eden ve dünyayı kana bulayan Bush ve Blair gibi dindar başkanlar var. Peki bu tiplerden gerçek dindar olan hangisi? Siyonistlere ve Hıristiyan Siyonistlere bakacak olursanız, elbetteki Bush ve Blair. Çünkü onlar İsrail’in mutlak haklılığını ve seçilmişliğini ve gûya Tevrat’ın kehanetlerini destekliyorlar. Buna mukabil, varsın ahlâksız olsunlar, ne yazar! Ama ma’şeri vicdan bunu onaylamayacaktır. Dindarlık hasbîlik ise; gerçek dindar Carter’dır.
Bush ve Blair kendilerini, Filistin’i Hamasland ve Fetihland olarak bölmeye ve İsrail’i güçlendirmeye adamışken, Carter bunun gayr-ı ahlâkî olduğunu vurguluyor. Ahlâkî olmayan bir dindarlık hastalıklı ve illetli bir dindarlıktır. Bundan dolayı ahlâk yoksa, din de yoktur. Hukuk da yoktur. Bu anlamda, bugünkü Bush, Mesih’in muakkiplerinden değil, onun ortadan kaldırmaya çalıştığı modern Ferisîlerden birisidir ve onların izinden gitmektedir.
***
Evet, siyaset âleminden sonra hukuk âleminde de tedricîlik esastır. Hukuk, imân, ahlâk ve ekonomik altyapıdan sonra gelir. Bunlar tekemmül ettikten sonra üçlünün saç ayağı olarak hukuk devreye girer ve sistem tekemmül ve tekâmül eder. Ama sistemi hukuktan başlattığınızda, piramidi tersine çevirmiş olursunuz. Hukukun, mutlaka iktisad ayağı da olmalı. Sözgelimi, ‘Sünnet-i Ömeriyye / Ömer Uygulaması’ dediğimiz bir şekilde Hazreti Ömer (a’mu’l mecaa) denilen kıtlık yılında hırsızlık cezasını veya haddini askıya almıştır. Zira kıtlık ve kâhtu galâ döneminde hırsızlık kemâliyat veya tahsiniyatla alâkalı değil, haciyatla alâkalıdır. Yani ayakta ve hayatta kalmakla alâkalıdır. Ama aynı dönemde, zina haddinin kaldırıldığını bilmiyoruz. Dolayısıyla umum-u belva ve zaruretlere binaen bazen hukuk da tatil edilebilir. Ama ahlâk tatil edilemez. Hırsızlık hâciyat için değil de lüks veya kemâliyatla alâkalı olduğunda, yani kıtlık anlarının dışında vaki olduğunda ahlâkî bir sorundur. Ontolojik, yani bir varlık-yokluk meselesi değildir.
***
Tam da hukukta tedricîliği ele alacağım gün, Eymen Zevahiri’nin kaset üzerinden bir açıklamasına şahit olduk (Associated Press, 25 Haziran 2007). Bu açıklama tam da piramidi tersine çeviren bir açıklamaydı. Mukteza-yı hâli dikkate almıyor. Daha önce seçimlere girdiği için İhvan çizgisinden gelen Irak’ta Hizb-i İslâmî ve Mısır’da İhvan ve Filistin’de Hamas için söylemediğini bırakmayan Eymen Zevahiri, Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesinin ardından yüz seksen derece değişmiş ve Hamas’a yol göstermeye ve kılavuzluk etmeye başlamıştır. Hâlbuki geçmişteki sözleri üzerine Hamas’la internet siteleri üzerinden atışmaya başlamıştı. Özellikle Hamas, Eymen Zevahiri’nin Kaide içindeki Filistin asıllıları temizlediğinden dem vuruyordu. Ama yine de Zevahiri, Hamas’ın geçmiş kusurlarına ve hatalarına sünger çektiklerini dile getiriyor. Siyasî tahlillerinin dışında derhâl Gazze’de İslâm hukukunu uygulamaya geçmeye çağırıyor, bu yönde tavsiyelerde bulunuyor. Bulunuyor bulunmasına, ama bu talepleri doğrusu hiç de İslâm’ın ruhuna uygun değil. Bu ortamda, caydırıcılık dışında hadlerin uygulanması, Hazreti Ömer döneminde kıtlık yıllarında hırsızlık haddi uygulanmasına benzer. Hukukun ahlâkî, ekonomik ve imânî altyapısı tam olarak teşekkül etmiş değil. Gazze’de siyaseten bağımsız bir devlet kurmak ne ise, İslâm hukukunu uygulamak da o anlama gelecektir. Binaenaleyh, Zevahiri piramidi tersine çevirmiş bulunuyor. Siyasî olarak da Zevahiri ‘Hamas mücahidlerinin’ hazırlık devresindeki Suud ve Mısır saldırısını akim bırakmak için ‘El Kaide’nin mücahidlerine’ katılmaya çağırıyor. Fetihçilerin Hamas’la bağlantıyı kesmeleri gibi, Hamas da Zevahiri’nin bu çağrısını reddetmiştir. Kulak asmamış ve istiskale almıştır. Ve Hamas’ın El Kaide’nin evrensellik iddialarının aksine millî bir hareket olduğunu da vurgulamıştır. Meşruiyetini de buna bağlamaktadır. Ama tam da bu noktada bir problem var. Hamas uygulamada ve pratikte teorisinin uzağına düşüyor. Madem, Filistin meselesi genelde ümmetin meselesi ve kendisi de millî bir hareket, öyleyse siyasî amaçlarını bu çerçeve ile sınırlı tutmalıdır. İsrail’in karşısına bir bütünü temsilen değil, parçayı temsilen çıkmalıdır. Ama ümmetten icazet ve onay almış gibi davranıyor. Amaçları, cemaat amacını aşarak, ümmetin amacına dönüşüyor ve bunun sonucu fiiliyatta amaçlarının da altında kalıyor. Ama gerçekten de Zevahiri’nin dediği gibi, Mübarek aynen Abbas gibi Hamas’ın Gazze’de darbe yaptığını ileri sürmüştür. Hâlbuki, Hamas Muhammed Dahlan darbesine karşı önleyici bir darbe indirmiştir (After Gaza, some questions who was overthrowing whom, Reuters, 17 Haziran 2007).
Tehlike büyük, İsrail Gazze’yi Mısır’a devretmek istiyor ve buna mukabil Batı Şeria’da da Fetihland devleti ikame edilmesi projesi işlerlik kazanıyor. Zevahiri hâlâ hayâl aleminde yüzüyor. Hamas veya Kaide gibi hareketler, ancak işgalciyi yumuşatabilirler. Meydana çıkarlarsa, bu defa onları yumuşatma sırası işgalciye gelir. Bunu hesap etmezseniz sıkıntıya düşer ve düşürürsünüz. Kimse hacminden fazla iş yapamaz. Dünyadaki güç dengesi, şimdilik Zevahiri gibilerin hayâline geçit vermiyor. O ise bunu kavramaktan aciz...
28.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|