|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Biz onlara zulmetmedik; onların kendileri zâlimdi.
Zuhruf Sûresi: 76
|
28.06.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah bir millet hakkında kötülük dilerse, idârelerini israfcı ve zevkine düşkün kimselere havale eder.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 232
|
28.06.2007
|
|
Beşer, yeryüzündeki tahribatıyla kendini tokada müstahak etti
Birinci nokta: Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celb ediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer tam tokada kendini müstahak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.
İkinci nokta: Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler. (Et-Terğib ve’t-Terhib, 1:28; Hayatü’l-Hayavânü’l-Kübrâ, 1.381) Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar da azap çekerler.
Üçüncü nokta: Âyette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfal Sûresi: 25) Çünkü, musibet-i âmmeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebû Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da belâ çekerler.
Dördüncü nokta: Şimdi, malda ve rızıkta hilelerle sûistimal ile, rüşvetle çok haram karıştığı ve ekinciler kendi malına hakkıyla sahip olmadığı ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstahak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş-altısı ya zulümle, haram karıştırmakla, ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor.
Emirdağ Lâhikası, s. 32
Lügatçe:
gazab: Hiddet, öfke.
nev-i beşer: İnsanoğlu.
şekva: Şikâyet.
musibet-i âmme: Umumi musîbet.
selâmet: Emniyet, güven.
hikmet-i diniye: Dinin hikmeti.
|
28.06.2007
|
|
Sistem ve iman hizmeti (2)
Dünkü yazımızda, “Isparta talebelerinin özellikleri neymiş ki, Üstad onları ayrı ayrı zikrederek ‘sistem’ kelimesini kullanmış?” diye sormuştuk. Bunların bir kısmını yine lâhikalardan, diğer bazılarını da talebelerinin hatıralarından öğrenme imkânı bulabiliriz.
Meselâ; Kastamonu Lâhikası’nda yazılan bir mektupta aşağıdaki iki paragrafı bir inceleyelim:
“Evet, kardeşlerim, sizler, ihlâs sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlâsı ve fena fil’ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev’in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlası ve mahviyeti, Hafız Mustafa’nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakarâne teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali mânâsını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risâle-i Nur hizmetini dünyada herşeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.
“Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tahirî ve kahraman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarını hiç şüphe etmiyoruz. Bu altı rüknün, bu muvakkat sarsıntıdan, hakikî bir tesanütle birbirine el ele, omuz omuza, baş başa vermesi, altı yüz, belki altı bin kıymet-i mâneviyeyi alıyor diye, Cenâb-ı Hakka Risâle-i Nur hesabına hadsiz şükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz.”1
Bu paragraflarda altı çizili olan özellikler, Üstad’ın bahsettiği sisteme ait olan özelliklerden olması gerekir herhalde. Bunları tekrar sıralarsak, bizler de, örnek alacağımız özellikler ve sistemli hizmet esasları elde etmiş oluruz:
Hizmetlerde vahdetimizi muhafaza, müstesnâ bir mahviyet, tevazu içinde ihlâs, fena fil’ihvan düsturunu muhafaza etmek, hizmetlerde Üstad’ı aratmayacak tedbir ve dirayet, yüksek ihlâs ve mahviyet, hizmet-i Nuriyede büyük iktidar içinde kuvvetli bir sadakat, fedakarâne teslimiyet, Risâle-i Nur hizmetini dünyada her şeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapmak ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemet vs.
Üçüncü Said dönemine (1948) gelindiğinde ise, Said Nursî, sistemin sembolü olarak Zübeyir Gündüzalp’i işaret etmektedir.
“Hakiki fedakar Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyaç zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’da o sistemde birisini isteyecektim.”2
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
“Evvelâ: İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.
“Saniyen: Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylân merhum biraderzadem Fuad bedeline verilmiş diye mânevî ihtar aldım. Ben de burada işimi onlara bıraktım.”3
“Evvelâ: Ben bazı emarelerle tahmin ederim ki, neşredilen mecmuâlarımızdan en ziyade Rehber’e ehemmiyet veriyorlar. Ben zannederim ki: Hüve Nüktesi gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış, onların istinadgâhı olan tabiat tâğûtunu dağıtmış. Kesif toprakta bir derece saklayabilirken şeffaf havada, Hüve Nüktesi’nden sonra hiçbir cihetle o tâğûtu saklamak imkânı kalmamış ki, küfr-ü inâdî ve temerrüd-ü irtidadî sebebiyle adliyeyi aldatıp aleyhimize sevk ediyorlar. İnşaallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onların bu hücumunu dahi akîm bırakacaklar.
“Saniyen: Bu sırada, hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranın gazetesi, hem Zübeyir’in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler. Benim bedelime, benim hoşuma giden bize dair bahislerine bakınız, bana bildiriniz.”4
Risâleler ve son şahitlerin hatıraları tarandığında Said Nursî’nin üçüncü dönemine ve Üstad’ın vefatı sonrası hizmetlere damgasını vuran sistemin en önemli elemanı Zübeyir Gündüzalp gözükmektedir. Zübeyir Gündüzalp’i tanımlayan, ön plana çıkaran vasıfları ise şunlar olduğu görülmekte: Sadakat, ihlâs, fedekârlık, feragat, şecaat, kahramanlık, sebat, metanet, istiğna, tedbir, mücadele azmi.*
İlk örnek, Bayram Yüksel’in hatıralarından: “Bizler, Üstad’ımızın ve Risâle-i Nur’un tarz-ı hareketini (sistemini), hem ihlâs, istiğna, mahviyet, fedekârlık, kahramanlık, iktisat, kardeşlerine karşı tevazu ve şefkat, düşmanlarına karşı şecaat ve cesaret derslerini Üstad’dan sonra Zübeyir Ağabey’den aldık... Sahabelerin îsar hasletine tam mazhardı.”
İkinci örnek olarak da, Mehmet Kutlular Ağabey şöyle diyor: “Zübeyir ağabey, Risâle-i Nur hizmetini, Üstad Hazretlerinin meslek ve meşrebine, hüve hüvesine uygun bir şekilde sistemleştirerek, organize ederek devam ettirmiş, yaşatmış ve onu adeta yeniden canlandırmış, şekillendirmiş bir şahsiyettir.”*
Risâle-i Nur eserleri, özellikle de lâhikalar iyice bir tarandığında bunların benzeri birçok sistemli çalışma esasları çıkartılabilir. Bu yazdıklarımız denizde bir damladır. Faydalı olması duâsıyla.
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 187;
2- Emirdağ Lâhikası, s. 512, Yeni Basım;
3- Şuâlar, s. 458.
4- Şuâlar, s. 454.
* Zübeyir Gündüzalp hakkındaki konular için, İbrahim Kaygusuz’un Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Nurun Sadık Kahramanı Zübeyir Gündüzalp” kitabından faydalanılmıştır.
–SON–
[email protected]
|
M. Fahri UTKAN
28.06.2007
|
|
Bediüzzaman’dan bazı tarihî olaylarla ilgili tespitler
Bediüzzaman Said Nursî, büyük bir din âlimi olarak, sadece dinî sahada eserler vermemiş, bütün diğer müspet ilimlerden de yeri geldiğince bahsetmiştir. O, müspet ilimlerde de ufkumuzu açacak konulara girmiştir. O konularda da önderdir ve dâhîdir, emsâlsizdir.
Güya bizler tarihçiyiz ve tarih okuduk. Fakat Celâleddin-i Harzemşah’ı, büyük İslâm kahramanını, Bediüzzaman gibi anlatana rastlayamazsınız. Celâleddin-i Harzemşah sefere çıkarken, vezirleri “Muzaffer olacaksın” der. O, “Hayır, benim vazifem Allah için sefere çıkmak. Muzaffer edip etmemek, Allah’ın vazifesidir. Ben kendi vazifemi yaparım. Allah’ın vazifesine karışmam” buyurur. Bu teslimiyet ruhu ile Celâleddin-i Harzemşah, çoğu zaman muzaffer olur. Birçok defa da Cengiz Hana karşı zafer kazanır. Çok da ileri görüşlüdür. Gerçi tarihte keşke yoktur, ama babası yerine keşke o olsa idi, Harzemşah devleti bu durumlara düşmezdi.1
Sıffîn Savaşı’nda da, Üstad gibi doğru teşhis ve yorum yapana rastlayamazsınız. Sıffîn Savaşıyla ilgili olarak, “Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki hilafet ve saltanat savaşıdır” görüşü Bediüzzaman’ın büyük bir tarihî yorumudur.2
Kerbela hadisesine gelince, din ve milliyet savaşıdır. Emevîler, İslâm devletini Arap milliyeti üzerine binâ etmişti. Hz. Hüseyin ise din bağını esas tutmuştur. Manevî makamları dünya saltanatına tercih etmiştir. Evet bu görüş de, bu ciğersûz olayın fazla irdelenmesini önlemeye yöneliktir.3
Cemel Vak’ası ise, adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin savaşı, harbidir. Hz. Ali adalet-i mahzayı esas alıp, Şeyheyn zamanındaki gibi, yani Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer zamanı gibi, içtihat etmiştir. Adalet-i mahza tam adalettir. Toplumun selâmeti, kurtuluşu için, ferdin, kişinin, cüz’î hukukunun dahi feda edilemeyeceğini esas alan adalet anlayışıdır. Hz. Ayşe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyir ise adalet-i izafiye ile hükmetmek istemişlerdir. Adalet-i izafiye ise, nisbî adalettir. Tam ve eksiksiz adalet olan adalet-i mahzanın uygulanamadığı durumlarda, ehven’üşşerin, daha az kötünün tercih edildiği, ruhsat-ı şer’iyye dahilindeki adalettir.4
Tarihin gösterdiği sair sebepler ise, hakiki sebepler değil, bahanelerdir. Bu da tarihî açıdan mükemmel bir yorum ve yaklaşımdır.
Diğer bir tesbit, Hz. Hasan’ın altı aylık döneminin de beşinci halife olarak sayılmasına yeteceği hükmüdür. Hz. Hasan’ın sulh yolunu seçerek, kan dökülmesini önlemesi, saltanattan kendi isteği ile çekilmesi, ahiret makamlarını tercihi... Fedakârlık örneğinin evc-i bâlâsıdır.5
Bediüzzaman’ın Birinci Dünya Savaşını değerlendirmesi de ilginç: “Beş vakit namazdan imtina ettik, kaçındık. Beş sene cephelerde namaz kıldık. Yılda bir ay, Ramazan’da oruç tutmadık. Beş sene cephelerde aç ve susuzlukla oruç tutturulduk. Zekâtta da gevşeklik ettik, vermedik. Cenâb-ı Hak da müterakim, birikmiş zekâtını kırkta otuz, onda sekiz aldı.”6 Fazla söze ihtiyaç var mı?
Ayrıca Birinci Dünya Savaşını, ‘Büyük bir zelzele, deprem’ olarak önceden haber vermesidir.7
Yine aynı savaşı ‘millet-i günahkârın kanıyla abdest alması’ olarak ifade etmesi de çok önemli bir tesbittir.8
Başka bir yorumunda da, her iki dünya savaşının sebebini, medeniyetin günahlarının iyiliklerine galebe edip; seyyiâtının/kötülüklerinin iyiliklerine üstün gelmesi olarak ifade eder. Yine dikkat ederseniz, fazla bir söze gerek kalmadan mesele anlaşılmaktadır.9
Dipnotlar:
1- Lemalar, 17. Lem’a, s. 320, 13. Nota, 1. Mesele. 2- Mektubat, 15. Mektub, s. 90, 2. Suâlinizin Cevabı. 3- A.g.e., s. 91-92. 4- A.g.e., s. 88-89. 5- Mektubat, 19. Mektub, s. 177, 5. Nükteli İşaret. 6- Mektubat, 22. Mektub, s. 461, 2. Mebhas; Tariçe-i Hayat, s. 492, Kastamonu Hayatı, Karadağ’ın bir meyvesi. 7- Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, İfade-i Meram, Haşiye, s. 175. 8- Sözler, Lemeât, s. 1165. 9- Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, Hutbe-i Şamiyye, 1. Kelime, s. 150; Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, Rüyada Bir Hitabe, s. 207.
|
Cihat ERDOĞ
28.06.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Hâdî
Allah (c.c.), Hâdî’dir. Yani, kullarını doğru yola sevk eden, rehberlik ve kılâvuzluk yapan, feyiz ve hidâyet lütfeden, muvaffâkiyet veren, peygamberleri rehberlik sıfatıyla görevlendiren, kullarının kalbini hidâyete açan, her mahlûka vücutta kalmasına ve yaşamasına yarayacak bilgileri talim eden, öğreten, iyiliğe yönlendiren ve kullarının kalbini ve nefsini elinde tutandır.
Hâdî ismini Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bildirdiği gibi,1 Kur’ân da Cenab-ı Hakkı bu isimle anar. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Fir’avun: ‘Yâ Mûsâ, Rabbiniz kimdir?’ dedi. Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye ayrı bir hilkat veren ve sonra da doğru yola eriştirendir’ dedi.”2 Bir diğer âyette ise Hâdî-i Mutlak, “Böylece her peygamber için suçlulardan bir düşman ortaya koyarız. Nâsır ve Hâdî olarak (yardımcı ve yol gösterici olarak) Rabbin yeter”3 buyurmuştur.
Bediüzzaman’a göre, kâinat Sânii, âlemdeki ince sırları ve güzel mânâları gören, izleyen ve yaşayan herkese bildirmek ve Kur’ân-ı Kerîm vâsıtasıyla azamî bir dâirede cinlere, insanlara, rûhânîlere ve meleklere rehberlik etmek için, son peygamber olarak Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) görevlendirmiştir. Allah Resûlü (a.s.m.), varlıkların nereden geldikleri, neci oldukları ve nereye gidecekleri ile ilgili çok zor ve kapalı sualleri Allah’ın hidâyetiyle açmış, Allah’ın râzı olduğu şeyleri ümmetine bildirmiş ve ümmetine bizzat rehberlik ederek risâlet vazifesini en mükemmel bir şekilde îfâ etmiştir.4 Fâtihâ Sûresindeki, “Bize sırât-ı mustakîm üzere hidâyet ver”5 duâsının tefsîrinde Bediüzzaman, namazdaki cemaatin önemini vurgular, ibâdet hususunda âlemin dâire dâire büyük bir cemaat teşkil ettiğini haber verir. Câmi içindeki cemaatten, aynı kentteki cemaatten, tüm dünyadaki cemaatten, kâinattaki zerreler ordusuna kadar muazzam bir cemaat oluşturan unsurları nazara verir ve bütün bu unsurların hep birlikte “İhdinâ,” yani “bize hidâyet ver” duâsını yaptıklarını, her şeyin Allah’ın rubûbiyetine karşı kayıtsız-şartsız itaatte olduğunu ve ihtiyaçlarını Allah’a arz ettiğini kaydeder.6 Bedîüzzaman, Hâdî olan Cenab-ı Haktan doğru yola iletmesi için niyâzda bulunur.7 Halkı doğru yola iletmede görev yapan velîlerin himmetlerinin, yalnızca hâlî ve fiilî bir duâ olduğunu, gerçek hidayeti, yalnızca Cenab-ı Hakkın vereceğini beyan eder.8
Bedîüzzaman’a göre, Bakara Sûresinin, Kur’ân’ın bir hidâyet rehberi olduğunu bildiren ilk âyetinde “Hâdî” yerine “Hüden” tâbiri gelmesi, yani kelimenin öznesi yerine kökünün kullanılması, hidâyet nûrunun âdetâ cisimleşerek Kur’ân cevherinin meydana geldiğine işârettir. Kur’ân’ın hidâyeti öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakîkati idrâk edilmez. Öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, beşerî ilimle tamamının kavranması mümkün değildir.9
(Risâle-i Nur'da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavat: 86; 2- Tâ-Hâ Suresi, 49-50; 3- Furkan Sûresi: 31; 4- Mektubat, s. 209; 5- Fatiha Sûresi: 6; 6- Şuâlar, s. 531; 7- Mesnevî-i Nuriye, s. 113; 8- A.g.e., s. 202; 9- İşârâtü'l-İ'câz, s. 43
|
28.06.2007
|
|
|
|