Müslümanların öteden beri en önemli meselesi dini ve siyaseti anlamadaki yöntem meselesidir. Bu ilk kuşaktan beri devam edegelmektedir. Sözgelimi, Ömer bin Abdülaziz harici ileri gelenleriyle diyalog meclislerinde buluştuğunda onlara şunu söylemiştir: “Sizin maksadınız da, Allah rızası ve cennete ulaşmaktır. Bu hususta sizi samimî görüyorum ama gittiğiniz ve tuttuğunuz yol yol değildir, yanlıştır...” Ömer bin Abdulaziz haricilerin yöntemlerinin yanlış olduğunu çeşitli misallerle onlara göstermeye çalışmıştır. Karşı geldikleri noktalarda haklı oldukları yönler de var. Hukukun aşıldığı noktalar var. Bununla birlikte onlar yanlışın kapsamını genişletmişler ve yanlışı daha büyük bir yanlışla mualece etmeye kalkışmışlardır. Hatayı tedavi etme yöntemleri yanlıştır. Lokal tedavi yerine küllî tedaviye yönelmeleridir. Bazen de günümüzde olduğu gibi küllî tedavi gerektiğinde siyaset üzerinden lokal tedavi uygulanabilmektedir. Onlar, yöntem yanlışına saptıklarından dolayı da hep muhalif olarak kalmışlardır. Osmanlı içinde veya dışında hep muhalif olarak varlıklarını devam ettirenler ve siyasi itizal dairesini temsil edenler aslında anılagelen yöntem yanlışlarının kurbanıdırlar. Bazen fart-ı idealizm anarşizmin başka şubesidir. Zaten anarşizmin çıkışında böyle bir idealizm algısı vardır. Realizmin aşırısı Makyavelizm’i doğururken, idealizmin aşırısı da anarşizmi tevlit etmiştir. Bu anlamdaki idealizm başkalarına hakkı hayat tanımaz. Ve tarihteki birçok fitnenin de yakıtıdır. Bu itibarla, kalkış noktamız bir olduğu halde farklı yöntemler kullanıyor olmamız veya bazılarımızın yanlış yöntemi bizi başka başka vadilere götürüyor. Bundan dolayı dün, bugün ve yarının en temel meselesi doğru yöntemin tesbiti meselesidir. Özellikle de siyasî noktada bunu tesbit edemediğimizde yolculuğumuz hiç bitmeyecektir. Eski bir tabir vardır: “Vusulsüzlüğümüzün nedeni usülsüzlüktür’ diye. Arapça ibaresiyle ‘men cehile’l usule hürime’l vusul’
***
Bu itibarla özellikle dini anlamada ve siyasette doğru usulün ve yöntemin tesbiti hayatidir. Kâtip Çelebi’nin Mizanü’l hak fi ihtiyari’l ehak gibi kitapları ve Şarani’nin Mizan gibi kitapları hep bir uzlaşma kültürünü hem de bir kavrama kültürünü yansıtırlar. Günümüzde en büyük yöntem yanlışlarından birisi doğrudan siyasete yönelen ve siyaseti merkeze alan anlayıştır. Günümüzde bu anlayışı temsil eden iki hareket Müslüman Kardeşler ile Mevdudi’nin Cemaat-ı İslâmî anlayışıdır. Mevdudi ve Seyyid Kutup birçok yönden eleştirilmiştir.
Bu eleştirilerin çoğunluğunda ben Mevdudi’yi haklı buluyorum. Sözgelimi müteşabih bir hadis olan Deccal’ın bir adada salınacağı güne kadar bağlı kalması ve beklemesi Mevdudi tarafından reddedilmiştir. İslâmî kesimler bu yüzden yani hadisi zahirinden dolayı reddettiğinden dolayı Mevdudi’yi paylarlar. Halbuki bu hadisi zahiriyle ele almak bizi Şiilerin gaybubet-i kübra halinde bin küsur yıldır gizlice yaşadığına inandıkları Mehdi anlayışını tasdike götürür. Bu ise sünnetullaha aykırıdır. Dünyada buna benzer bir fizikî hadise yaşanmamıştır ve bu, Retenü’l hindi’nin yüzyıllar sonra kendisini sahabi olarak tanıtmasına benzer. Halbuki Deccal hadisi doğrudur, ama müteşabih ve hem de semboliktir. Cenâb-ı Hak, Şeytan başta olmak üzere bir nev'î sabık ümmetlerin deccalı olan Samiri’ye sınırlı bir güç ve sınırlı bir mühlet vermiştir. Ve özellikle Deccal’ın etkili olacağı bir devre vardır. Aslında adada mahsur Deccal hadisi bütünüyle bir dünyayı sembolize etmektedir. Vakti geldiğinde bu akım ortaya çıkacak ve neredeyse bütün dünyayı istilâ edecektir. Kâinatta tohum halinde bulunmaktadır (günümüzün mecazıyla veya tabiriyle uyuyan hücreler gibidir) ve vakt-i merhunu gelince ortaya çıkar. Mevdudi bunu böyle izah etseydi belki isabet ederdi, ama hadisi zahiriyle anlamamakta da yerden göğe kadar haklıdır. Reddetmesi değil.
***
Yine medar-ı tenkid olan Mevdudi’nin Gazali hakkındaki bazı mülâhazaları doğru bazıları da yanlıştır. Hadis konusundaki zayıflığı kendisinin de teslim ettiği bir husustur. Ama onu felsefeye mal etmek ve akliyata çok önem verdiğini öne sürmek tersinden pozitif ilimleri çökertti diyenler kadar yanlış ve yanlıdır. Bununla birlikte, Mevdudi’nin temel yaklaşımı dini bütün bütün siyaset üzerine bina etmesi ve doğrudan siyasete yönelmesi ve siyaseti merkeze ve öncelemesidir. Buradaki yanlış siyasetle ilgilenmesi değil daha geniş dairede ele alınması gereken siyaseti merkeze yerleştirmesi ve dinin genelini onunla değerlendirmesidir. Bu hususta kendisini Vahidüddin Han ve Ebu’l Hasan en Nedevi gibi Hindistan’ın allameleri tarafından haklı olarak eleştirmişlerdir. Haklıdırlar da. Ve tarih anlayışını da bu yanlış siyasî anlayışı üzerine bina etmiştir. Ve bunun sonucu yanlış çıkarımlarda bulunmuş ve bu da metod hatası olarak ortaya çıkmıştır. Bunun dışında Muhammed Yusuf el Binori (el Bennuri) ulema da kendisini eleştirmiştir. Onun siyasî anlayışı indirgemeci ve öncelikleri maklup hale getiren tersine çeviren bir çizgidir, çığırdır. Bu cereyan Cemaleddin Efgani ile başlamıştır. Üst yapıcı bu anlayış Cemaleddin Efgani ile başlamıştır. Siyasal İslâm denilen olguyu intaç etmiştir. Bir başka bir anlamda yatayı ihmal eden dikeyi esas alan bir anlayıştır ve bu anlayış Cemaleddin Kaplan gibi zamanla karikatürist bir takım çıkışları da beraberinde getirmiştir. Ancak Kaplan gibilerin elbette Mevdudi veya Seyyid Kutup’la bir alâkası yoktur o tamamen gelenekçi olmasına rağmen sadece siyaset dairesinde benzerlikleri vardır. Ama Mevdudi ve Seyyid Kutup’un geliştirdiği bu baskın ve genel hava diğer hareketler üzerine de baskı oluşturmuş ve pratik yaklaşımlarını etkilemiştir.
25.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|