Dünkü gün artık ömrümüzden değil. Çünkü geçmiş, gitmiş, bitmiş. Varlığından söz edilemez. Gelecek ise henüz gelmemiş. O da yok hükmünde. O halde ömrümüz bulunduğumuz gün, hatta an.
Peki, “İnsan ömrü ortalama altmış senedir” sözü de nerden çıkıyor?
Yaşayıp gidenlerin hayat sürelerine bakılıyor da ondan. Bu noktadan baktığımızda ömrümüz sadece bundan da ibaret değil. Bediüzzaman Hazretleri, Şuâlar isimli eserinde insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar devam eden manevî bir ömrü bulunduğunu ve bu ömrün ezelden ebede kadar uzanann bir hayat nurundan meded ve yardım aldığını1 söyler.
Böyle olunca mü’minin bu manevî ömrünün dünyanın kuruluş yıllarından tut Kıyamete, hatta kabirde de, hatta Mahşerde de devam ettiği anlaşılır.
Birgün hayatının ölümle noktalanıp dünyada yaptıklarına göre kabirde daha farklı bir şekilde devam edeceğine inanan ve onun şuuruyla hareket eden bir kimseyle, bu gerçekten uzak bir kimsenin hayatını gözlerinin önüne getirin. Aralarında dağlar kadar fark bulunduğunu görmekte gecikmezsiniz.
Ümmetinin kalbine bu şuuru her vesileyle yerleştirmeye çalışan Allah Resûlü (a.s.m.), bu konuda öylesine öğütler vermiştir ki, bu öğütlere uyan mü’minler her devirde toplumun özlenen insanları hâline gelmişlerdir. Sorumluluk duygusunun yerleşmesinde bu öğütlerin çok büyük yeri olmuştur.
Vereceğimiz misâllerde bunları açıkca görmek mümkündür.
Sahabeden biri birgün Resûl-ü Ekrem’e (asm), “Ey Allah’ın Resûlü, insanların en zâhidi [dünyayı önemsemeyeni] kimdir?” diye sorar. Buyururlar ki: “Kabri ve onda çürümeyi unutmayan, dünya ziynetinin fuzûlî olanını terk eden, bâkî olanı fânî olana tercih eden, yarını ömründen saymayan ve kendini kabirdekilerden kabul edendir.”2
Bu şumullü, veciz öğüt düşünen her aklı, hisseden her kalbi harekete geçirecek, kendine çekidüzen verdirecek, ışık tutacak mahiyettedir.
Resûlullahın dizi dibinde yetişen, onun has talebesi Hz. Ali (r.a.) kabre bu gerçeğin aydınlığında bakıyor, evini niçin kabristana yakın yaptığını, ölülerle komşu olmayı tercih ettiğini sorduklarında şu cevabı veriyordu: “Ben onları dürüst komşular olarak görüyorum. Dilleriyle bana eziyet vermezler ve bana âhireti hatırlatırlar da onun için.”
Sahabeden Amr bin As (r.a.), bir gün mezaristana bakmış, sonra da hayvanından inip iki rekat namaz kılmıştı. Yanındakiler, “Bu, her zamanki âdetin değil. Niçin böyle davrandın?” dediklerinde, “Kabir ehlini ve mahrum kaldıkları ibadet ve taatı düşündüm de, bu kıldığım iki rekat namazla hayat nimetine şükrederek Allah’a daha yakın olmayı arzu ettim” diye cevap vermişti.
Evet, bakî olanı fânî olana tercih eden, yarını ömründen saymayan ve kendini kabirdekilerden kabul eden insanların anlayışı bunlar.
Dipnotlar: 1- Şuâlar, s. 651.
2- Terğib Terhib, 5:201.
28.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|