“Allah sabredenlerle beraberdir” hükmünün önemli bir va’d-i İlâhî olması bile, bu hazineden yeterince istifade etmemiz için yeterli olmuyor. Şüphesiz bu yetersiz olma hâleti bizim gerçekleri görmeyen gafletli haletlerimizden kaynaklanmaktadır.
Hâlık-ı Kerim tarafından insanlar için gerekli kılındığı ve nebîsi Hz. Eyyûb’u (as) bir sabır kahramanı kıldığı gerçeğine rağmen, sabrın insanın dünya hayatı için büyük bir huzur vesilesi olması durumundan yeterince istifade ettiğimizi söyleyemeyiz ne yazık ki. Sabrın zıddı olan “acûl”luğun hayatımızda büyük sıkıntıların meydana gelmesine sebep olması özelliğinden ders almamamız ayrı bir eksikliğimiz.
Nefsimizin arzuladığı her şeyin bir an önce elimize geçmesi için harcadığımız eforu, sabır göstermede kullanabilmiş olsaydık, aslında kavuşulmamasında bir şey kaybetmediğimiz değerlerin dünyamızda oldukça fazla olduğunu görürdük. Bu duruma, şiddetle istediklerimizin önemli bir kısmının bize huzur vermemesi ve hatta sahip olduktan sonra onlardan kurtulmak için çaba sarf etmemiz şahittir.
Dünyamızda meydana gelen bir çok hadiseden dolayı titremekte, olayların kendi başına cereyan ettiği zehabına kapılmaktayız ki, bu durum, aslında bir süre sonra tesiri yok olacak olan gelişmeler için üzülmemize, maddî-manevî bir şekilde kendimize zarar vermemize sebep olmaktadır. Rabbimizin bize önemli bir silah olarak sabır gücünü vermiş olmasına ve Resûl-i Zîşan’ının da (asm) sabrın refah ve huzurun anahtarı olduğunu ifade buyurmuş olmasına rağmen bu hazineden faydalanmamamız büyük bir kayıp...
Sabırla, meydana gelen olayların geçici olduğunu, hiçbir hadisenin Rabbimizin izni ve rızası dışında cereyan etmediğini düşünebilseydik ve her sıkıntının arkasında ferah bulunabileceği gerçeğini yakalayabilseydik dünya hayatının pek de üzülmeye değer olayları içinde barındırmadığını anlayabilecektik.
Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği kabiliyetlerimizi yanlış yerlerde kullanmamız, insânî duygularımızı da kullanılması gereken yerlerde değil de yanlış mecralarda harcamamızın elbette bir bedeli olacaktır. Bizler günümüzü kurtarmaya çalışırken, aslında hızla geçen zamanın bizleri, işlediğimiz her hareket ve davranışın hesabını vereceğimiz güne götürdüğünü düşünmemekteyiz. Bu dünyadaki hayatı sonsuz olarak vehmetmemizin bizleri karanlık sonuçlara doğru götürdüğünü de düşünemiyoruz.
İmansızlık ve iman zaafı hastalıkları bizleri sonu pişmanlık olan yönlere götürmektedir. Değil dünyadaki, kâinattaki en büyük dâvânın imanı kurtarmak dâvâsı olması gerçeği bile ne yazık ki aklımızı başımıza getirmiyor yeterince... Acınacak durumda olduğumuzun farkında olmamamız vaziyeti, kafamızı duvarlara vura vura ilerlememize sebep olmaktadır.
Şeytanların ve onların işbirlikçisi olan nefsin aldatmalarına ne kadar dayanabildiğimizin hesabını yapalım lütfen. Hayatımızın önemli ve değerli zamanlarıyla onların değirmenine su taşıdığımızın farkında değiliz. Kendimizi savunmayı bırakmış, düşman cephesine silah taşımaktayız adeta. Kendi elimizle bize sıkılacak kurşunları düşmanlara hediye etme hamakatini mi yaşamaktayız yoksa?
Dostlarımızın müşfik ve merhametli himayelerinden kaçıp, aslında bizim için gaddar birer düşman olanların safına koşmaktayız çoğu zaman. Bütün bunlara, çoğunlukla geçici sıkıntılar için sabır silahını kullanmamamız sebep olmaktadır. İstediklerimizin hemen olmasını isteme sabırsızlığı bizleri düşmanlara muhtaç etmektedir. Onların yalancı huzur vaatlerine kanmaktayız.
İnsanlık öyle bir çirkefe sürüklenmektedir ki, buna kâinattaki bütün diğer mahlukat kendine mahsus lisanlarıyla ağlamaktadırlar. Çünkü onlar kendilerinin bile insanlar için yaratıldığını bilmekte, kendilerine reis seçilenlerin asilerin oyuncağı olmalarından ızdırap duymaktadırlar.
Uyanabilirsek, başımıza gelen bütün manevî ve hatta bazı maddî musibetlerin temelinde sabırsızlığımızın yattığın rahat görebiliriz. Sabırsızlığımızdan ebedî hayatımızı mahv etmek isteyen düşmanlarımızın acımasızca istifade ettiğini görmemek için gafletin karanlık perdesi arkasında olmak gerekmektedir.
10.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|