Esasında Dawn gazetesinden İrfan Hüseyin’in yaptığı gibi (8/7/2007) Seyyid Kutup ve Mevdudi birlikte anılırlar. Bununla birlikte, dinin görünmeyen manevi ayağına atıflarındaki kusur ve dumurdan dolayı Karl Mark ile de karşılaştırılabilirler. Esasında ruhaniyetten ziyade fikriyat üzerine yoğunlaştıklarından dolayı Ali Şeriati, Mevdudi ve Seyyid Kutup dini ideolojikleştirmişlerdir. Bu anlamda Cemil Meriç’ten itibaren birçok yazar Ali Şeriati ve Seyyid Kutup için ‘solcu İslamcı’ tabirini kullanmıştır. Bu ifade ve yakıştırma Mustafa Sıbai için pek kullanılmamıştır. Halbuki Sibai ‘İslam sosyalizmi’ kitabını telif etmiştir. Zira Sıbai gelenekten kopmamıştır. Seyyid Kutup, Mevdudi ve Ali Şeriati yanında klasik olarak adlandırılabilir. Cemil Meriç haklı olarak Ali Şeriati’yi marksizan olarak tanımlamıştır. Yani Marksizmden etkilenmiştir. Sadece o değil Gülbeddin Hikmetyar’dan birçok çağdaş eylem adamı ve teorisyene kadar istemeden de olsa hakim cereyanların etkisinde kalmışlar ve kendilerini koruyamamışlardır. Durum, Ebu’l Hasan en Nedevi’nin Muhammed İkbal konusundaki tespiti ve tasviri gibidir. Muhammed İkbal’dan önce inci mercan çıkarmak için Batı denizine dalan niceleri bir daha su yüzüne çıkamadı. Boğulmaktan kurtulamadı. Muhammed İkbal vurgun yese de sonunda kurtulmuştur. Tesbit çok çarpıcıdır ve tamamen gerçeği aksettirmektedir. Burada Molla Ramazan’ın oğlu Muhammed Said Ramazan Buti’ye bir tavsiyesini de hatırlamanın tam zamanıdır: “Ne zaman bir konu veya dal üzerine yoğunlaşsam, babam hem zihnimin tebellüdünü engellemek ve hem de itidal noktasını korumam için beni başka alana kanalize ve sevk ederdi...” Din manevi ayağını kaybedince ve fikriyat üzerinden ideolojikleşince elbette ki zaman zaman Marksizmle ortak noktalara varacaktır. Bu anlamda, Marksizmden etkilenen sadece Ali Şeriati olmamış aynı zamanda Mevdudi de üzerinde bu etkilenmenin hissedildiği çağdaş İslami önderlerden birisidir. Özellikle de tasavvufa bakışı Selefilikten ziyade Marksizandır. Veya ikisinin bulaması ve bileşkesidir.
***
İmam Rabbani ve Şah Veliyyullah Dehlevi’nin hayatı ve mücadelelerini ele alırken kendini Marksist anlayışa kaptırmaktan kurtaramaz. İşte bazı satırları: “Su gibi helal olan bir şeyin hastaya zararlı olacağı için yasaklanması gibi aynı şekilde yasaklanmamış olsa bile tasavvuftan da Müslüman elini eteğini çekip bir yana bırakması gerekir. Çünkü tasavvuf tiryakilik (aylaklık) yapan afyon gibidir. Müslümanları uzun asırlar boyunca uyutup ellerini kollarını bağlamıştır...” Burada Mevdudi, Karl Marks’in din bağlamında söylediğini tenezzül basamağıyla tasavvuf bağlamına yani alt daireye taşımış oluyor. Ama iki anlayış da birbirinin aynısı. Halbuki tasavvuf ehli de bu vartaları görmüş bundan dolayı Şazeliyye tarikatından Muhammed Harrak gibiler ‘harkul avaid’ gibi ülfet kırıcı kaideler geliştirmişlerdir. Elbette ki dinlerin dejenerasyonu gibi tasavvufun dejenerasyonu veya suistimali de gerçektir. Bununla birlikte dejenerasyon var diye aslını inkar edecek olursak elimizde tasavvuf değil onun aslı olan din de kalmaz. Yangın nedeniyle nasıl ateşten, sel nedeniyle nasıl sudan vazgeçemez isek bir takım üzerine bulaşan ve kendinden olmayan bidatlar yüzünden tasavvuftan da el çekemeyiz. Burada Mevdudi’nin kıstası ve ölçüsü tamamen dünyevi ve maddidir.
Yani fiziki. Tasavvufu maddi zaferlerin önünde bir engel olarak görüyor. Halbuki maddi zaferler manevi zaferlere bağlıdır. Manevi zaferler de maddi zaferlere. Hazreti Ömer’in anlattığı ve Gazali’nin yaşadığı budur. Hazreti Ömer, her girdiği savaşı kazanmasının sırrını kendisine ve davasına olan itimat ve güvene bağlar. Bu Allah’a güvenin yani manevi dinamiklerin bir tecellisdir. Gazali de tam kalbinde hissettiği İslam aleminin manevi kırılmasını kendisinde tamir ederek kendisinden sonrakilere zemin ihzar etmiştir.
***
Burada Gazali’nin ölçüsü ile Mevdudi’nin ölçüsü tamamen birbirine terstir. Gazali’nin ölçüsü ihlastır ve bundan dolayı el Münkiz da bütün muhatara ve vartalarına rağmen en selametli yol olarak sufilerin yolunu gördüğünü söylemiştir. Burada sufilerin yolundan maksat manevi yol yani rabbani yoldur. Mevdudi’nin kriteri ise maddi terakkidir. Halbuki maddi terakki de manevi terakkiyye ve onun ötesinde terapiye muhtaçtır. Ebu’l Hasan en Nedevi’nin de beyan ettiği gibi kul Allah münasebetleri rehbet ve rağbete dayalı olacaktır. Bu denklem yitirildiğinde ve tek ayağa indirildiğinde sakim hale gelecektir. Mevdudi’nin Allah kul münasebetlerinde tazimi ve saygıyı esas almış ama rağbeti ve muhabbetullahı ihmal etmiştir. Halbuki marifetullah muhabbetullahın meyvalarından birisidir. Kulun en büyük zaferi marifetullaha ermektir.
09.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|