Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Hilâfet ve İttihad-ı İslâm



1924 yılında, hilafetin kaldırılmasından hemen sonra, bu adıma manevî ve fikrî bir teyid mahiyetinde Ali Abdurrazık ‘El İslâm ve Usu’l Hükm/İslâm’da yönetim biçimi’ adlı kitabını yazmıştı. Burada İslâm’ın dünyevî bir tarafı bulunmadığını ve dünyevî ve dolayısıyla siyasî bir düzen vazetmediğini söylüyor. Sadece ruhanî bir din olduğunu ileri sürüyor. Bu iddiasından sonra Ezher âlimleri hak ettiği cevabı vermişler ve âlimiyet rütbesini de elinden almışlardı. Bu mesele fikrî ve nazarî olarak çok tartışıldı. Aslında Ali Abdurrazık’ın bu gerekçeli kararı daha önce hilafetin ilgası sürecinde Adliye Vekili Seyyid Bey tarafından da dile getirilmişti. Daha sonra Ali Abdurrazık’ın kitabından yaklaşık 3 yıl sonra hilafetin ilgasına bir tepki olarak Hasan el Benna, hilafeti yeniden ihya etmek üzere, Müslüman Kardeşler hareketini kurdu. Özünde hilafeti ve İslâm birliğini ihya etmeyi amaçlıyordu. Ve özellikle de 1967 yılından itibaren, Arap dünyasında Nasırizm ve solun kan kaybetmesi veya üst üste hezimetler yaşamasının ardından, İslâmî kesimler yükselişe geçti. Soğuk Savaş sonrasında solun çökmesi de İslâmî kesimin önünü ardına kadar açtı. Lâkin bu defa da SSCB’nin aradan çekilmesiyle İslâmî kesimler ile Batı karşı karşıya geldi. 11 Eylül bunun sembolleştiği andı.

Türkiye cephesine gelince: Özellikle Sincan’daki yürüyen tankları saymazsak, topsuz tüfeksiz harekat olarak da anılabilecek olan 28 Şubat sürecinden sonra, İslâmî kesim yaşadığı fiyasko ile savrulmaya başladı. Bu savrulma aslında Müslümanların 1860 sonrası Hint Altkıtası’ndaki savruluşlarına veya 1924 yılında hilafetin yıkılmasından sonraki fikrî ve içtimaî sarsıntıları hatırlatıyor. İslâmî kesimler büyük bir kavramsal dönüşüm ve gerileme yaşadılar. 1924 sonrasında Seyyid Bey ve Ali Abdurrazık gibi tepki vermeye başladılar. Bugün İslâmî kesimin temayüz etmiş kimi yazarları ‘İslâm’da devlet’ veya ‘hilafet’ gibi meselelere hurafe nazarıyla bakıyorlar ve bunu her mahfilde apaçık bir şekilde seslendiriyorlar. Kimse de ses çıkarmıyor. Bu meselede konjonktürel olarak uygunsuzluk başkadır, bizatihi reddi daha başkadır. Dediklerini ispat sadedinde Osmanlı’nın da laik bir devlet olduğunu ve dolayısıyla geçmişe dönük olarak da İslâm devleti modeli yaşanmadığını söylüyorlar. Peki öyleyse TC veya benzerleri ile Osmanlı arasında hiçbir fark yok mudur? Osmanlı ile Asr-ı Saadet arasında da bazı benzerliklere rağmen, farklılıkların olması gibi. Burada kafa karışıklığı veya kafa konformizmi var. Buradan yola çıkanlar İslâm’ın bir devlet modeli öngörmediğini ve her durumun onun tabiatına uyabileceğini söylüyorlar. Ben de bu tezin yaygın olduğunu müşahade ediyorum.

***

Siyasal İslâm’a muayyen nedenlerden dolayı karşı çıkmak başkadır temelleri reddetmek daha başkadır. İslâm’da muayyen bir devlet anlayışı yoksa Ömer Bin Abdulaziz ile Yezid İbni Muaviye’nin aynı olması iktiza eder. Hilafetle melik-i adudluk veya ceberrutluğun aynı olması iktiza eder. Tabiî ki öyle değil. Siz siyasal İslâm’ı reddettiğinizden dolayı, hilafeti de reddediyorsanız, buna göre Ertuğrul Özkök’ün savunduğu gibi, ‘siyasal İslâm’ın bir malzemesi’ olarak başörtüsünü de reddetmeniz gerekir. Öyleyse, ifrat veya tefrit basamaklarına dayalı olarak temelleri reddetmemizin bir anlamı yok. Bugün maalesef siyasal İslâm bahanesi altında, kimi İslâmcı yazarların Seyyid Bey ve Ali Abdurrezak’nı bendesi ve müridi durumuna düştüklerini mülahaza ediyoruz. Sanki onlar Şeyh Saffet Yetkin’in bugünkü halef ve muakkipleri. Halbuki kayyumiyet makamında olduğu söylenen Şah Veliyyullah Dehlevi hilafet-i raşide’nin (ala menhevi’l nübüvve) ihyasının farz-ı kifaye olduğunu ifade etmektedir. Burada kafa karışıklığına hiçbir mahal yok. İttihad-ı İslâm ise, peygamberlik metodu üzerine hilafetin boyutlarından biri olarak yatay mânâsıdır. Bugün yatay altyapı olmadan dikey üstyapı üzerinde yoğunlaşanlar, iddialarının altında ezildikleri ve kaldıkları için yamuluyorlar. Onların yamulmaları yöntem hatalarının bir sonucudur. Yoksa reddettikleri şeyin tasavvurları gibi olduğundan değil. İkinci Abdulhamid, hilafetin dikey mânâsını temsil ettiği halde, yatay olarak yere sağlam basamadığı için İttihad-ı İslâm politikasına ağırlık vermiştir. Zira, bulunduğu dönemde, Garbın savletini başta türlü defetmek ve püskürtmek kabil değildi. Bugün hilafeti reddedenler, dünyanın başka bir noktaya gittiğini söyleyerek, İttihad-ı İslâm’a da ihtiyaç kalmadığını söylüyorlar. Dolayısıyla Dehlevi’yi reddedenler Bediüzzaman’ı da reddediyorlar. Halbuki İttihad-ı İslâm, sadece Müslümanların değil, bütün dünyanın ihtiyacıdır. Düşmanlarının dahi. Nedenine gelince: Bir ayağı sarkık masada istikrarlı oturmak mümkün değildir. Masadaki bu sarkık ayak, dünya denkleminde, Müslümanların dağınık durumudur. Müslümanlar eğer mukadderatlarına sahip olsalardı, belki de bugün ABD baş aşağıya gidiyor olmayacaktı. Zira Müslümanların bu hali, onlar için de büyük bir tuzaktır. Dün SSCB için olduğu gibi… Müslümanların mukadderatlarına sahip olmaları dünyanın dengesi için vazgeçilmez bir şarttır. Bunu anlamayan başını belâdan belâya sokar.

***

İttihad-ı İslâm, hilafetin yatay mânâsından başka bir şey değildir. Bu anlamda Bediüzzaman’ın çağrısına paralel olarak Şah Veliyyullah Dehlevi’nin tespiti de geçerlidir. Ama yatay hilafet yoksa, dikey hilafet de yoktur. Temsiliyeti güçlendiren onun dayandığı zemindir. Bediüzzaman da Şah Veliyyuhlah Dehlevi’den asırlar sonra şunları söyleyecektir: “Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarik-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir.

“Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 67)..”

08.07.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (06.07.2007) - Kara Eylül'den Lal Mescid'e

  (05.07.2007) - Keith Dayton

  (04.07.2007) - Taşeron

  (03.07.2007) - İslâmî anlayıştaki kayma

  (02.07.2007) - İndirgemecilik ve parçalı anlayış

  (01.07.2007) - Mekanik tasavvurlar

  (29.06.2007) - Zafere kayıtlı misyon

  (28.06.2007) - Hukukta tedricîlik

  (27.06.2007) - Topdawn ve tedricîlik

  (26.06.2007) - Siyaset ve şiddette yöntem

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004