Cemaatların en büyük yanlışlarından birisi bazılarının merkezi ticarete alarak holding görüntüsü kazanması, diğerlerinin de siyaseti merkeze alarak siyasi cemiyet veya hizip veya parti kimliğine bürünmeleri, diğerleri de teşkilanlanmayı esas alarak bir nevi gizli cemiyet veya örgüt hüviyeti kazanmalarıdır. Dolayısıyla cemaatların kırmızı çizgileri; holding, siyaset cemiyet veya parti olmaları veya gizli veya açık örgüt haline almaları ve komitacılığa bulaşmalarıdır. Bunların hepsinin zamanla yanlışları görülmüş ama yerine doğrusu ikame edilememiştir. Bunun nedeni acili ecile tercih etmektir. Muhasebe ve gözden geçirme ve şartları dikkate alma yerine, öne çıkan fırsatları değerlendirmek ve buna da hizmet ve himmet süsü vermektir. İslâmi cemaatlar hizip, holding ve örgüt görüntüsünden uzak kalmalılar. Fakat maalesef cemaatların çoğunluğu bu üç mahzurdan birisine bulaşmış veya tamamen batmıştır. Cemaatın fertlerinin ticaretle iştigal etmeleri başka, cemaatın ticari bir müessese gibi hareket etmesi veya ticari bir müesseseye dönüşmesi başkadır. Bunlara ticaret merkezli cemaatlar diyoruz. ‘Holding cemaatlar’ da denebilir.
Bu ancak Ağa Han veya bazı İsmaililler tarzı gizli veya batini bir cemiyetin hizmet tarzlarına uygun olabilir. Yöntem gereği zamanla hizmetlerinin istismara dönüşmesi kaçınılmazdır. Umumun maslahatını esas alan cemaatların bu tarz ticari komün haline gelmeleri anlaşılabilecek gibi değildir. Keza cemaatın bazı fertleri istisnaen siyaset canibiyle ilgilenebilir. Ama bir cemaat hizmetin merkezine siyaseti ikame edemez. Bu tartirde dini bir cemaat olmaktan çıkar siyasi bir teşekkül haline gelir. Bu gerçek mânâda siyasetle dinin alanlarının ayrışması değil, karışmamasıdır. Bu yöntem meselesini tefrik edemeyenler bizim sözlerimizden “İslam’da siyaset yoktur” gibi bir mânâ çıkartabilirlerse de bu elbetteki doğru değildir. Dahilde örgüt gibi çalışmak ve silah kullanmak da aynı amaç doğrultusunda nehyedilmiştir. Meşruiyeti bir tarafa, yöntem olarak yanlıştır.
***
Bu itibarla, Bediüzzaman örgüt anlamında Nurcuların bir cemiyet olmadıklarını söylemiştir. Buradaki cemiyet sosyolojik mânâda toplum değildir. Gizli veya açık örgüt veya örgütlenme anlamındadır. Dolayısıyla manevi ortaklığın dışında cemaat mali, siyasi veya askeri bir ortaklık içinde ise bu yöntem birçok mahzuru da beraberinde getirmektedir. Bediüzzaman ısrarla ve defaatle böyle olmadıklarını izah eder: “Nur Talebelerinin ders arkadaşlıklarına ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dahilden gelen ifsad cereyanlarına karşı mücahidâne tesanüdlerine gizli cemiyet namını vermek, değil nev-i beşeri, belki zemini de hiddete getirip, o ittihamı reddeder (Şualar, s. 329). Bana sordular ki: “Sizin cemiyet olmadığınız, üç mahkeme o cihette beraat vermesiyle, yirmi seneden beri tarassut ve nezaret eden altı vilayetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle harika bir alaka var ki, hiçbir cemiyette, hiç bir komitede yoktur. Bu müşkülü halletmenizi isterim‘ dediler. Ben de cevaben dedim ki; “Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasi ve dünyevî ve menfi ve şahsi ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olmazlar. Fakat, bu vatanın eski kahramanlan kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedâilerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarını irsiyet almışlar ki, bu harika alakayı gösterip Denizli mahkemesinde bu aciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler: “Milyonlar kahraman başları feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun” diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek, Nurcularda hakiki, halis, sırf rıza-yı İlâhî için ve müsbet ve uhrevî fedâiler var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak, lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve imanın fedâilerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler. (Şualar, s. 439)”
***
Bediüzzaman, çeşitli asarında komita veya gizli örgüt olmadıkları gibi siyasi cemiyet, yani hizip olmadıklarını da ortaya koyar. Bu hususta şunları kaydeder: “Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacet-i zarûriyesi ve aile hayatından ta kabîle ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabıta ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslâmî vazifelerin ifasına mani maddî ve mânevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı teselli olan dostluk ve kardeşane cemaat ve toplanmak ve samimane uhrevî cemiyet ve uhuvvet; hem siyasi cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem ahiret saadetlerine kati vesile olarak iman ve Kur’ân dersinde halis bir dostluk ve hakikat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risale-i Nur şakirtlerinin pekçok takdir ve tahsine şâyân ders-i imanda toplanmalarına cemiyet-i siyasiye namını verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir surette aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki, hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder, hem İslâmiyete nemrudane adavet eder, hem hayat-ı içtimaiyeye anarşiliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husumet eder ve bu vatana ve millete ve hakimiyet-i İslâmiyeye ve dînî mukaddesata karşı mürtedane, mütemerridane, anûdane mücadele eder...”
Demek ki, İslamiyetin boyutları çoktur ve her alana hitap eder. Bu mânâda alanlar arasında takdim ve tehir vardır. Ama öncelikleri iyi belirleyememek akim ve sakim sonuçlara yol açar. İndirgemecilik ve parçalı anlayışlar gibi....
02.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|