Mevdudi gibi bazı zevatta öteki dünyayı öteleyen ve dini, uluhiyet ve nübüvveti üstünlük veya siyasî otorite olarak algılayan ve buna indirgeyen temelli bir yanlışı vardır. Bu, uluhiyet veya nübüvvet veya din bağlamında mekanik bir anlayıştır. Dini diğer alanlarından soyutladığınızda fikir düzeyine veya teşkilat düzeyine iner. Halbuki din bütün bunların hepsinden aşkındır. Din akılla kavranılır, ama nasıl aklı aşıyorsa siyasî düzeyde de tıpkı öyledir. Dini siyasi alana indirgemek siyasal İslamcılıktır. Siyasal İslamcılık diğerlerinden ayrıldığı oranda sapma anlamı taşır. Bu İslamda siyasetin inkârı değildir. Aksine denklem içindeki yerini tayin etmek ve yerli yerine koymaktır. Bu itibarla, Mevdudi’nin (rahmetullah aleyh) uluhiyet, nübüvvet ve buna bağlı olarak tarih anlayışı tamamen mekaniktir. Vüs’at ve esneklikten uzaktır. Tıkanma noktası da burasıdır. Mevdudi çeşitli kitaplarında kâinatın mayesinin Allah’ın hükümranlığının tesisinden ibaret olduğunu söylemiştir. Özellikle de hakimiyet üzerine odaklanmıştır. Hakimiyet üzerine yoğunlaştığı oranda manevi yapı ihmale uğramıştır. Peygamberler tarihini siyasi zaferler tarihi olarak algılamış ve peygamberlerin başarı veya başarısızlıklarını buna göre derecelendirmiş veya değerlendirmiştir. Allah rızasını buna indirgemiştir. Mevdudi ilk üç asırdan sonra Müslümanların dini anlayamaz hale geldiklerini ve hakimiyet telakkisini kaybettiklerini söylemiştir. Anlam kayması olduğunu savunmuştur. Aslında bu çok tehlikeli bir eğilimdir. Zira Mısır’daki bazı hareketler özellikle de Şükrü Mustafa’nın hareketi sırf bu nedenden dolayı ilk üç asırdan sonraki Müslümanları tekfir etmişler ve bunun sonucunda hem akıl, hem de ruh sağlığını kaybetmişlerdir. Mevdudi çok zeki ve gerçek bir entelektüel olmasına rağmen maalesef dini anlayışını maneviyatla dengeleyememiş ve İslamiyeti bütün bütün siyaset üzerinden yorumlamıştır. Manevi cephesini ihmal etmiştir. Ebu’l Hasan en Nedevi ve Vahidüddün Han gibilerin de açıklıkla ifade ettikleri gibi ilk üç asırdan sonra dini anlamda temelden bir anlam kayması yaşanmamıştır. Bilakis İslam tarihini bu şekilde yorumlamak vahim bir anlam kaymasıdır. Burada malul ve anlam kaymasına sahne olan Müslümanların düşüncesi değil Mevdudi veya benzerlerinin fikriyatıdır.
***
Mevdudi’nin anlayışında büyük bir anlam kayması vardır. Uluhiyeti sadece egemenlik olarak, tebliği de (peygamberlik görevi) sadece hükümranlığa davet ve tesis edilmesi olarak görmek büyük bir anam kaymasını ve buharlaşmasını da beraberinde getirmektedir. Dini tamamen egemenlik mihveri üzerine izah ediyor. Ona ve onun gibi düşünenlere göre peygamberlerin (asm) vazifelerinin gayesi yeryüzünde ilahi egemenliği tesis etmek ve O’nun emrettiği hayat düzenini bütün yönleriyle uygulamaktır. Bu anlayışla alakalı olarak Vahidüddin Han’ın ‘El İslam ve’l Asru’l hadis’ kitabındaki eleştirilere benzer bir şekilde Ebu’l Hasan en Nedevi de Bedir tarafından yeniden yayınlanan İslam’ın Siyasi Yorumu adlı kitabında şunları ifade ediyor: “Dini bilgilerini sadece bu tip tefsirden edinen, İslam araştırmalarını sırf bu kitaplarla sınırlı tutanların Allah ile bağları dar, sınırlı, kuru, donuk (hikmetten uzak), resmi ve her müminden beklenilenin aksine içtenlikten ve samimiyetten yoksun bir hale dönüşecektir. İnsan, özellikle peygamberliğin talim ve çabalarının asıl amacının bu hayatla sınırlı kalan değişiklikler getirip devrim yapmak ve sağlam bir temele dayalı bir beşeri kültür tesis etmek olduğunu savunursa, Allah sevgisini, rızasını ve uhrevi kurtuluşu azımsamış olur. Elbette ki insan bu anlayışla çabalarını ve işlerini sürdürürse gayba iman etmekten, ahirete iştiyak duymaktan, Allah rızasını ummaktan, O’nun aşkıyla yanmaktan, yani Peygamberlerin çizdiği yoldan ayrılarak iktidar, itibar, şan ve hükümranlık gibi sadece maddi kaygıların peşine düşmüş olacaktır...”
***
Bu anlayış vahdet-i vücudun siyasi alana tercümesinden başka bir şey değildir ve pratikte İslam’ın diğer boyutlarını, renklerini ve zenginliğini inkârla eşdeğerdir. Ahmet Hulusi gibiler uluhiyeti enerji ile izah ederken Mevdudi gibiler de siyasi egemenlik alanına indirgiyorlar. Zaten kimse ontolojik düzeyde bunun aksini savunmuyor. Ama dini tamamen siyasete indirgemek İslamiyetin içini boşaltmaktır. Mevdudi bu hususta şunları yazmaktadır: “Bundan dolayı peygamberler siyasi inkılaplar gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Hz. İbrahim’de olduğu gibi (a.s.) bazılarının çabaları sonraki inkılaplar için zemin hazırlamak ile sınırlı kalmıştır. İsa (a.s.) gibi başka peygamberler ise hakiki devrim hareketleri başlatabilmiş fakat ilahi egemenliği kurmadan görevleri bitmiştir. Yine başkaları devrimlerini gerçekleştirmekle başarılı olabilmişlerdir. Hz. Musa (a.s.) ve Peygamberimiz (asm) bunların arasındadır...” Dolayısıyla Mevdudi’nunki ile Bediüzzaman’ın veya Ebu’l Hasan en Nedevi veya Vahidüddin Han’ı dine dayalı siyasi anlayışları taban tabana zıttır.
01.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|