Bence bugünlerde hemen herkesin incelemesi ve üzerinde dikkatle durması gereken kitaplardan birisi de Gustave Le Bon’un Kitleler Psikolojisi kitabıdır. Hele günümüzde sloganik edebiyatın had safhada olduğu bir ortamda, şuursuzca kalabalıklaştırılma amacı güden organizasyonlara âlet olmamak için incelenmesi daha bir önem taşıyor. Çünkü yazarın deyimiyle, kitlelerin şuursuz hareketlerinin fertlerin şuurlu faaliyetleri yerine geçmesi, çağımızın başlıca vasıflarından olduğu gibi, aynı zamanda önemli hastalıklarındandır.
Son dönemde çeşitli sebeplerden dolayı yapılan mitingler, protestolar ve hele seçim sürecinde olduğumuz bugünlerde yeni ve muğlak anlamlara bürünerek boy gösteren kelimelerle karşılaşınca, aslında muhakeme ve muhasebenin pek olmadığı, sadece ve sadece gelişigüzel duyguların etkisiyle bir araya gelen insanların kitle(sel)leştirildiği bir tablonun varlığını tesbit etmemek mümkün değil. “Olacak, yapacağız, kazanacağız, başaracağız” gibi “-cak”lı “-cek”li söylemlerin coşturduğu fertlerin nasıl da kitle(sel)leştirildiği ortada değil mi? Nitekim Le Bon da kalabalık, yahut yığın olarak ele aldığı kitleyi; milliyetleri, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya getiren neden ne olursa olsun, bir şekilde rastgele bir araya gelmiş topluluk şeklinde değerlendirir. Hâl böyle olunca, şuurlu kişiliğin silindiği, duygu ve düşüncelerin, ne olursa olsun, istenen istikamete topyekûn yönlendirildiği sağlıksız bir durum ortaya çıkar.
Le Bon bunu “Kitlelerdeki Zihniyetin Tekleşmesi Kanunu” diye vasıflandırır. Çünkü kişi kendini kitlesel ortama kaptırdığı ya da uydurduğu zaman, bireysel bilinç denen aklî muhakeme ve buna dayanan kişilik özellikleri, inandığı değerleri silinir, yerine bir nevî bilinçaltı vasıfların yönettiği kolektif şuurun istediği düşüncelerin hâkim olmaya başladığı hâl ve hareketler gelir. Bu da sonucu hiç de sağlıklı olmayan tercihlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar.
Le Bon, daha ötesine giderek, bireyde kitlesel düşünce hâkim olduğu zaman nasıl bir yıkımın meydana gelebileceğini şöyle özetler: “Kitle içinde bulunan fert, sadece çokluğun verdiği bir duygu ile tek başına olduğu vakit frenleyebileceği içgüdülerine kendisini terk etmek suretiyle yenilmez bir kudret kazanır. Kitleler isimsiz (tanımsız ya da anonim) ve dolayısıyla mesuliyetsiz oldukları için, fertleri daima her yerde zapt edici rol oynayan kendi mesuliyet hislerinden tamamen uzaklaştırırlar ve onları içgüdülerine daha kolayca teslim ederler.” Buna kolay tahrik olmak, aşırı kızgınlıklar, aklî muhakemesizlik, hüküm verme ve eleştirme yeteneksizliğinin getirdiği eksiklik, duygularda abartıya kaçmalar gibi kitleye has başka özellikler de eklenebilir.
Kitle(sel)leşmiş insan yığınının uyutulan bilince benzetilmesi de bu noktada önemlidir. Zira yazara göre, bilinci uyutulan fert, kişiliğini kaybettiren yöneticinin bütün telkinlerine itaat etmek suretiyle dayandığı bütün değerlere zıt hareketler sergileyebilmekte. Çünkü artık kelimelerin anlamı değil, tam yerinde uyandırdıkları etki yahut hayaller önemli olmaya başlamıştır. O hâlde denebilir ki: “Kitle içindeki fert, rüzgârın istediği gibi kaldırdığı kum taneleri arasında bir tek kum tanesidir (Le Bon)”.
Önümüzdeki seçim sürecinde dikkatle değerlendirilmesi gereken bu düşünceler, aslında bize kitle mantığıyla hareket etmememiz gerektiğini ifade eder. Kitle psikolojisi ile hareket etmek yerine; sağlıklı, dengeli, mantıklı ve en önemlisi hayatımızı üzerine kurduğumuz değerler çerçevesinde hareket etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, kitlesel düşüncede oluşun ilk belirtilerinden olan sloganik kelimelere dayanan söylemlerin peşinde sürüklenmek; mübalağaların ördüğü ağlara takılmayı, tekrar tekrar dile getirilen ispatsız iddialarla kandırılmayı ve belki de en önemlisi, hemen hiçbir şeyi kesinlikle aklî muhakeme süzgecinden geçirmemeyi beraberinde getirir.
Ne diyelim; seçim sizin, yahut sizin seçiminiz…
30.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|