Türkiye seçimlere doğru hızla ilerliyor. Seçimlere bugün itibariyle 22 gün kaldı. Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları hafta başından itibaren oy vermeye başladılar. Yani seçim “resmen” başlamış oldu.
Anayasa Mahkemesi de “367 kararının gerekçesi”ni 58 gün sonra açıkladı. Ancak, tartışmalar devam ediyor. Gerekçede, anayasanın, cumhurbaşkanının Meclis’te “nitelikli uzlaşmayla seçilmesini amaçladığı” vurgulanırken ona vekâlet eden Meclis Başkanı’nın 184 oyla seçilebileceği belirtildi ama bu tartışma seçimden sonra da devam edecek gibi gözüküyor. Zira karşı oy kullanan üyeler “Anayasa Mahkemesi, Meclis İçtüzüğü’ne uygun ya da aykırı tasarrufların denetim merci değildir” dediler. Gerekçeyle anayasada geçmeyen “uzlaşma” kelimesi de böylece “kriter” olarak belirlenmiş oldu.
Bu arada Anayasa Mahkemesi, CHP’nin ve Ahmet Necdet Sezer’in, Anayasa değişikliği paketinin ilk maddesinin 367 oy bulamamasını gerekçe göstererek Anayasa Mahkemesi’ne iptal istemiyle yaptığı başvurularını da henüz karara bağlamadı.
* * *
Şimdilik bu tartışmalara girmekten ziyade, seçimlere az bir süre kala yapılan anketlerle ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin tartışmalı “367 kararı”ndan sonra gerekçesi de tartışılırken, seçimleri etkilemeye ya da kamuoyunu yönlendirmeye yönelik anketlerde zaten kafası karışık olan milletin kafasını daha da karıştırmayı hedefliyor.
Normalde anketleri yapan partiler “rakiplerine karşı yeni pozisyonlar almak için” bu kamuoyu yoklamalarını yaptırması gerekirken, son yıllarda yapılan anketlerde elde edilen sonuçlar inandırıcı olma özelliğini kaybetti. Artık yaygın kanaat, bu anketlerin sadece kamuoyunu yönlendirme amacını taşıdığı…
Bundan yaklaşık 8 ay önce yazdığımız bir yazıda, anketleri bir kazan çorbaya benzeten araştırmacıların “Bir kazan çorbanın tadını anlamak için o kazanın tamamını içmenize gerek yoktur. Tabiî ki kazandaki çorbayı iyi karıştırmışsanız… Birilerinin çıkarı doğrultusunda hareket etmiyorsanız, yönlendirme amacı gütmüyorsanız; soruları ve örneklemi iyi seçilmiş, saha çalışması uzman kişilerce yapılmış ve yorumu bilimsel tekniklerle yapılmış hiçbir anket yanılmaz” dediği hatırlatmış ve “Tabiî, kazana bir avuç tuz ve kırmızı biberi atıp, ardından o bölgeden bir kaşık alıp ‘bu çorba tuzlu ve çok acı’ denildiğine de şahit oluyoruz” diye yazmıştım. (28.10.2006)
Bu örnek tam da bugünleri çağrıştırıyor. Kaldı ki, 54 araştırma şirketini çatısı altında toplayan Araştırmacılar Derneği yöneticileri, seçim döneminde yayınlanan her araştırmaya güvenilmemesi uyarısında bulunuyor. Anketlerde soruların da önemli olduğu vurgulanıyor. “On adayın ismini yazıp halka sorarsanız bunlardan birini seçecektir. Açık uçlu sorarsanız başka isimler de çıkacaktır” deniliyor. İşte işin püf noktası burada zaten. Ankette ne sorarsan onun cevabını alırsın.
Yapılan anketlerden sonra çıkan sonuçlara baktığımızda da bunu görmek mümkün. Gazetelerde çıkan anketler o kadar farklı ki, çorbanın da iyi karıştırılmadığı, “örneklemler”in iyi seçilmediği hemen fark ediliyor. Bazı anketlere bakıyorsunuz 5 parti, diğerinde 2, bir başkasında 4 parti barajı geçiyor. Bu da anketlerin ne kadar “güvenilir!” olduğunu ortaya koyuyor.
Anketlerden rahatsız olanlar bir taraftan anketlerin ne kadar çelişkili bulduklarını söylerken, diğer taraftan seçmene “Aman ha 5 partili Meclis olursa koalisyon olur, sonra işler içinden çıkılmaz hale gelir ” diyerek adeta aba altında sopa gösterme çabasına girişiyorlar. İki partili Meclis’in 4.5 yılda ne yapıp ne yapmadığını, nasıl bir kutuplaşmaya girildiğini halkımız görmüştür. İşte, bazıları bu durumu “koru”ma telâşına giriyor.
Anketler genelde bin-iki bin kişi, ya en fazla 5-6 bin kişiyle yapılıyor. Örneklemeler iyi seçilmediğinden çoğu zaman 73 milyonluk nüfusu yansıtmıyor. Bunun sebebi anketçilerin ya kazandaki çorbanın iyi karıştırılmamasından ya da “öyle bir sonuç çıkması istendiği” için oluyor.
En büyük ankete 22 gün kaldı. Halk son sözünü orada söyleyecek.
30.06.2007
E-Posta:
[email protected]
|