Türkülerimiz asla “türkü”den ibaret değildir!
Türkülerimiz sadece birer müzik parçası da değildir!
Türkülerimiz bizim özetimiz, türkülerimiz birer rehberimizdir de yerine göre…
Dinlemeyi bilirsek…
Anlamaya çalışırsak…
“İncecikten bir kar yağar/ Tozar ELİF diye diye
Deli gönül ABDAL olmuş/ Gezer ELİF diye diye” türküsü üstüne uzunca bir zaman önce muhabbetleşmiştik hatırladığım kadarıyla…
Koca Veysel “Türk’-üz türkü çağırırız” diye vururken sazın teline, Anadolu insanının ruh hâlini, duygularını özetlemez mi?:
“Bayramlarda düğünlerde/ Toplantıda yığınlarda/ Sıkılınca dar günlerde / Türk’üz türkü çağırırız
Yaylalarda yataklarda / Odalarda otaklarda/ Koyun gibi koytaklarda / Türküz türkü çağırırız
Hep beraber gelin kızlar / Bile coşar o yıldızlar / Koşulunca çifte sazlar / Türküz türkü çağırırız
İnler Veysel arı gibi / Bülbüllerin zârı gibi / Turnalar katarı gibi / Türküz türkü çağırırız”
Meselâ… Sevgili kardeşim Nusret Özcan’ı ebedî istirahâtgâhına teslim ettikten sonra Eyüp Sultan Camii önündeki çay bahçelerinden birine oturduğumuz dostlarla “ölüm” üstüne konuştuk bol bol…
Necip Fazıl Kısakürek’in “ölüm” hakkındaki mısralarından hatırlatmalar yaptık birbirimize…
Eve geldim…
Tam da Âşık Veysel’imizin “… sıkılınca dar günlerde….” dediği gibi bir ruh hâli içindeyken, 2006 yılının 21 Temmuz’unda sessiz sedâsız aramızdan ayrılan büyük usta Turan Engin’in “TRT arşiv serisi”nden yayınlanan “Vardım Kırklar Kapısına” isimli CD’sini taktım bilgisayarıma… Daha beşinci parçaya gelmişti ki… Malatya yöremizden ve Süleyman Elver’den alınma türkü işlemeye başladı yüreğime: “Dünya umuruna meylini verme / Sen de kurtulmazsın ecel elinden / Ben filanım diye göğsünü germe / Sen de kurtulmazsın ecel elinden
Hani Meryem hani onn’oğlu İsa / Elinde ejderha olurdu âsa / Polat kavmi ile cenk eden Musa / O da kurtulmadı ecel elinden
Eydür derviş Yunus din ile iman / Tacı tahtı ile gitti Süleyman / Lokman da derdine olmadı derman / O da kurtulmadı ecel elinden”
En fazla birkaç yıl sürecek bir “caka” için göğsünü gerip “…filanım….” diyebilmek için çaba gösterenler de bu türküyü dinler mi / dinlemiş midir acaba?
“Anlamak” bahsini açmıyorum bile…
Madem ki Turan Engin ustanın sesiyle derinlere daldım… Niye Mükerrem Kemertaş ustayı ardına eklemeyeyim ki?
Yine TRT’nin sunduğu hizmetlerden biri olan Mükerrem Kemertaş ustanın yorumlarından oluşan “ Huma Kuşu” isimli CD’yi taktım ardından…
Mükerrem ustanın o eşsiz yorumuyla özdeşleşen parçalardan, “Amman Amman” feryâdıyla başlayan türküye geldi sıra…
Erzurum yöremizin ve Raci Alkır ustadan derlenen bu parçayı da her dinleyişimde öyle derinlere dalarım ki… Bazen sevgili Mustafa Doğan kardeşimi hemen telefonla arar, telefonu hoparlöre yaklaştırıp onunla birlikte dinlerim bazı türküler gibi “ Dün gece yâr hânesinde” isimli bu türküyü de…
Türkü bitince sessizce telefonu kapattığımız da olur, “ o bayram günü geldiğinde yananlardan kılma bizi ya râb!” diye duâlaştığımız da…
Eğer bu güne kadar “türkü işte canım” diye dinleyip geçtiyseniz… “Dün gece yâr hânesinde” isimli türküyü bundan sonra biraz farklı bir duyguyla dinleyin…
“…Yâr hânesi…” neresidir?
Orada, “taş” olan yastık ne olabilir?
“Yâr hânesi”nde alt taraf çamur, üste de yağmur yağıyorken de gönül nasıl hoş olur?
“Dostla düşman” nerede “bir olur” sizce?
İsterseniz türkünün sözlerini orijinal haliyle paylaşalım da soruları sormaya baştan başlayın: “ (Amman Amman) Dün gece yâr hânesinde yastığım bir taş idi / Altım çamur üstüm yağmur gine gönlüm hoş idi
(Amman amman) Ben yandım seni bilmem
(Amman amman) Bir dağ ne kadar ulu olsa kenarı yol olur / Buna bayram günü derler dostla düşman bir olur
(Amman amman) Ben yandım seni bilmem”
Türkü bitti… Şimdi sorduğunuz sorular doğrultusunda düşünmeye başlayın. İmkânınız varsa türküyü Mükerrem Kemertaş ustadan dinleyerek de dalın tasavvuf gezinize…
Ben sizlere bu yazıyı yazarken Mercan Dede’nin, 2004 yılında yaptığı “Su” isimli CD’sini dinliyordum… “Âb-ı Rû” ile başlayıp sonra sırasıyla; “ Âb-ı Lâ’l”, “ Âb-ı Zen”, “ Âb-ı Tarab”, “ Âb-ı Beka”, “ Âb-ı Hayat”, “Âb-ı Çeşm / Kerbelâ”, “ Âb-ı Nâr”, “ Âb-ı Beste”, “ Âb-ı Nâfi”, “ Âb-ı Hazân” ve “ Âb-ı Verd” isimli parçalarla sürüp gidiyor…
“Âb” başlığı altındaki bu serinin 7’inci parçası olan “Âb-ı Çeşm” ya da bir diğer söylenişiyle “Kerbelâ” isimli bu ağıtı, bir de Sabahat Akkiraz’ın yorumundan dinleyince… Ne dışarıdaki sıcak yakıyor insanı ne de başka bir şey!
“Ali… Ali…” nidasıyla başlayan ve “Hüseyn attan düştü” diye inleyen o mükemmel duygu seline kapılmamak, göz pınarlarını sonuna kadar açmamak ne mümkün…
Türkülerimiz asla “türkü”den ibaret değildir!
Türkülerimiz sadece birer müzik parçası da değildir!
Türkülerimiz bizim özetimiz, türkülerimiz birer rehberimizdir de yerine göre…
Dinlemeyi bilirsek…
Anlamaya çalışırsak…
**********************
Ve tabîi… Ölümden bahseden bir türküde bile, “haydi eller havaya” durumuna gelmezsek!
01.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|