Farklı farklı duygu, düşünce ve isteklerin sahibidir insan. Bu özelliği sebebiyledir ki, sonsuz arzu ve isteklerin peşinde koşup durur ömrü boyunca. Cins-i lâtîfe, paraya pula, mala mülke, makama düşkündür.
Bu duygular verildiğine göre öyleyse insan meşrû ve makul dairede bu nimetlerden istifade edecektir. Çünkü âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de mü’min kulları için hazırlamıştır Cenâb-ı Hak. Hem ahiretteki nimetlerin numûneleridir bunlar. İnsan helâl dairede bunlardan istifade etmekle kalmayacak, asıllarına kavuşmak için de gayret gösterecektir.
İnsanı aldatan, bu nimetlerin, daha güzelleriyle ahirette devam edeceğini unutup dünyada ebedî kalacakmışcasına kendini kaptırmasıdır.
Dünya geçici, ahiret ise ebedidir. Ebedî olanı bırakıp da fanî olana gönül kaptırmanın mantıkî bir izahı olamaz, nefis ve şeytanı dinlemekten başka.
Kur’ân bize bunların gerçek mahiyetlerini anlattıktan sonra asıllarına müşteri olmamız telkininde bulunur.
Kadınlar, evlâtlar, hesapsız şekilde biriktirilmiş altın ve gümüş yığınları, binilen atlar, bugün için arabalar, davarlar ve ekinler gibi nefsin isteklerine sevginin hoş gösterildiğini bildiren Kur’ân, bütün bunların dünya hayatının gelip geçici nimetleri olduğunu belirtir. Sonunda varılacak yerin güzelinin Allah katında olduğuna dikkat çektikten sonra “‘Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?’ de” buyurulur ve bu daha güzel olan şöyle anlatılır:
“Takva sahipleri için Rableri katında altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Onlar orada ebedî kalacaklar. Ve orada onlar için temiz hanımlar ve bir de Rablerinin büyük rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görür.” (Âl-i İmran Sûresi: 14-15)
Bu Kur’ânî bakış açısı her şeyi yerli yerine oturtuyor ve neye ne kadar değer verilmesi gerektiğini gayet net ve açık olarak gösteriyor.
10.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|