Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki azap vaadi onların çoğu üzerine bir hak olmuştur; artık imân etmezler.

Yâsin Sûresi: 7

11.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İdareci çok öfkelendiğinde şeytan ona gâlip gelir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 250

11.07.2007


Namaz tesbihatında tembellik göstermemeli

Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binâen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (asm) ve velâyet-i Ahmediyenin (asm) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (asm) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini mânen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, ona ittibaen elhamdülillâh, elhamdülillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdülillâh, elhamdülillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdülillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahuekber, Allahuekber ve duâdan sonra Lâilâheillâllah, Lâilâheillâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselâm halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık mânâyla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olup “Milyon kere salât ile milyon kere selâm Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü” der, diye anladım ve hissettim ve hayâlen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

Kastamonu Lâhikası, s. 72

Lügatçe:

tekâsül: Tembellik

velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin veliliği, Peygamberimizin vefatından sonra nübüvvet (peygamberlik) tarzındaki hizmetinin şeklen ve fiilen sona ermesiyle, velâyet tarzında devam eden manevî hizmet tarzı.

evrad: Virdler, dualar.

risâlet: Peygamberlik.

velâyet-i kübra: En büyük velilik; akrebiyet-i İlâhiyenin (Allah’ın kuluna olan yakınlığının) inkişafına bakan ve peygamber varisliğinden gelen, kısa ve yüksek olan, harikaları az fakat meziyetleri çok olan, tarikat berzahına uğramadan zahirden hakikate geçen velilik mesleği.

evrad-ı mahsusa: Hususî, özel virdler, duâlar.

hatme-i Nakşiye: Nakşî tarikati mensuplarının okuyup, bitirdikleri belirli duâlar.

hüşyar: Uyanık, akıllı.

serzâkir: Zikredenlerin başı.

ihvan-ı tarikat: Aynı tarikata mensup manevî kardeşler.

tesbihat-ı salâtiye: Namaz tesbihatı.

11.07.2007


Kesretten vahdete kaçış...

Bir kaçıştı bizimki ya da bir koşuş; faniden bakîye, kesretten vahdete, yalandan gerçeğe…

Hayat için uğraşıp hayata dönüp bakamamaktan, rahat etmek için koşturup rahat ettiğine kanaat edememekten, bir türlü bitmeyen ekmek kavgasından, çalışmak için yemek, yemek için çalışmaktan, düşmeyen enflasyondan, bitmeyen terörden, gelmeyen demokrasiden, bir kısır döngünün gittikçe sığlaşan girdaplarından kaçıştı. Anlamlar arayışında anlamsız kalmaktan kaçıştı.

Uzaklaştık bulunduğumuz şehirden, yaşadığımız monoton hayattan. Biz ilerledikçe şehrin sesi kesildi. Duyamaz olduk ekmek kavgalarının gürültüsünü. Biz uzaklaştıkça önemini yitirdi terör. Hatta biz uzaklaştıkça demokrasiye indirilen darbeler, e-muhtıralar bile söndü söndü ve silindi.

Gündemden gündem üstüne yolculuk başladı. Hayata, anlama, bekaya, vahdete yaklaştık. Gürül gürül çağladı ırmak, varolalı beri anlattığı hakikatleri anlattı hiç bıkmadan usanmadan. Ağaçlar nazlı nazlı salındı. Çiçekler en güzel kokularını yaydı. La Fontein’e inat en güzel esmâ zikrini icra etti ağustos böceği. Ebediyet muştularıyla mesrur etti bizi mevcudât.

Kulak verdik bu seslere, tanıdık geldi; zîrâ fıtrat konuşuyordu, kâinat konuşuyordu. Biz bu konuşulanları anlamazdık ya, çünkü bir parça frengi okumuştuk. Tercüme etti asrın müceddidi, biz dinledik ve seyrettik. Taşlar yerine oturdu, ruh sükûn buldu, akıl ikna oldu, kalplerimiz onu zikretmekle mutmain oldu.

Her şey anlam kazandı. Sanki sihirli bir değnekle dokunmuştu da, ölü sandığımız her şey canlanmıştı. Kâh usul usul ama hiç durmadan akan bir su sesinde bulduk ebediyet mesajlarını. Kâh ulu bir dağın serinliğinde teneffüs ettik okuduklarımızı. Leylî ve nehârî böcek korolarına eşlik etti yusufçuk kuşu; anlattı… Anlattı… Anlattı… Yusuf’u göremedik ama Züleyha’nın ruh inceliğinde nakşedilmiş kanaviçe örtülü sedirlere yaslanıp, insan ruhunu beton duvarlara hapsetmeyen ahşap tavanlı, kerpiç duvarlı evin penceresinden avludaki ortancaları seyrettik anneannelerimiz gibi.

Biz bu asrın çocuklarıydık, çaresiz dönecektik yaşadığımız şehre, bıraktığımız yerden devam edecektik bitmek bilmeyen koşturmacalara. Ama bir elimiz ebediyete ulaşsın diye söz verdik birbirimize. Hedefler tayin ettik. Hilkat şeceresinin meyveleri olarak biz, cazibesine kapılıp kesretin kucağına atlamayacak, ebediyette yeşerecek birer ağaç olalım diye aslımıza ve köklerimize nazar edecektik. Gündelik koşturmacalarımızın arasında nurlu pencereler açacaktık. Böylece maddiyât bombardımanına karşı maneviyattan destek alarak direnç oluşturacaktık.

Tavsiye ederiz; üzerinize üzerinize gelirse zaman, aslî hedeflerinizle aranızda dağlar oluşturursa içtimâî hayat, bitmeyen koşturmacalarınıza siz bir virgül koyarak, bir parantez açın gündem üstüne; şehrin gürültüsünü kısıp mevcudâtın sesini Risâle-i Nurlarla birlikte açın. Fani âlemde bakiyâne bir zaman dilimi ayırın ruhunuza…

[email protected]

Nuriye ÇEVİK

11.07.2007


Dört bacaklı bebek, neyi ders veriyor?

“Güney Afrika’da dört bacaklı dünyaya gelen

bebek doktorları hayrete düşürdü. Resmî kaynaklar, dün öğleden sonda Polokvan bölgesinde dünyaya gelen bebeğin fazla iki bacağının alınması için ameliyat edileceğini belirttiler. Doktorlar, ameliyatın bebeğin normal bir hayat sürdürmesini sağlayacağını söylediler. Bebeğin testlere olumlu cevap verdiği ve ameliyatın çok yakında Güney Afrika’da yapılacağı

bildirildi.”

(Nethaber, 7.7.2007)

Yaratılan herşey, aslında Cenâb-ı Hakkın kudretinin bir mucizesidir. Yani Sonsuz Güç Sahibinin, kendi dışındaki tüm sebepleri aczde bırakan bir sanat eseridir. İnsan, diğer varlıklar üzerindeki üstünlüğüyle her ne kadar ‘sultânü’l-esbab’ (sebeplerin sultanı) da olsa, sonuç itibariyle o da, bir sineğin kanadını yaratmaktan acizdir.

İşte bu yönüyle aslında tüm varlık âlemi, insanı, her an hayrete düşürmesi gereken ibret tablolarıyla doludur. Ne yazık ki insanoğlu, asırlardır işleyen düzene, hep böyle olması gerekiyormuşçasına bir gaflet nazarıyla bakarak, Allah’ın sürekli meydana getirdiği harikulâde ibret levhalarını ve mucize işleyişi bayağılaştırmakta ve âdileştirmektedir. Hâl böyle olunca da, sadece düzenin dışına çıkmış varlıklara hayret ve ibret nazarıyla bakmayı bir marifetmiş gibi sunmaktadır. Sözgelimi, dört bacaklı doğan bir bebeği şaşırılacak bir şey olarak sunarken, her an şaşırılması ve ibret alınması gereken kâninattaki sürekli işleyi ve sanatlı varlıkları görmezden gelmekte, gaflet perdesine sarmaktadır.

Peki, yaratılıştaki genel işleyişin dışına çıkan böylesi hilkat garîbelerinden insanoğlu nasıl bir ders çıkarmalıdır?

Bediüzzaman’a göre, Cenâb-ı Allah, her zamanki âdetini bozarak varlık sahasına çıkardığı mahlukat ile, beşerin zihnindeki monotonluk perdesini yırtmakta, böylelikle aslında herşeyin, her an Kendisine muhtaç olduğunu ve Kendi rububiyetine boyun eğmek durumunda olduğunu, kendisinin hiçbir kayıt altında olmadığını bildirmekle gafleti dağıtıp, insanların dikkatini sebeplerden, Sebeplerin Yaratıcısı olan kendi zatına çevirmektedir. (Sözler, s. 184)

İşte insanoğlu, Allah’ın, kâinata koymuş olduğu bu düzenden, Onun kudretini, hikmetini ve hiçbir şeyin tesadüfen meydana gelmediğini anlamalı; öte yandan düzen dışı yarattığı varlıklarla da, kendi koyduğu düzene bağlı kalmak zorunda olmayan büyük ve sonsuz ihtiyar sahibi bir Zat olduğunu idrak etmelidir.

Medyada yer alan böylesi haberler, Yaratıcının hiçbir kayda bağlı olmadığı, gerektiğinde kendi koyduğu düzeni değiştirebileceği yönünde marifet dersleri çıkarmaya vesile kılınabileceği gibi; aslında Allah’ın her an yarattığı mucizevî varlıklar da birer ibret ve tefekkür vesilesi olarak medyada yer almasa bile fikrimizde yaşamalıdır.

Son olarak, Bediüzzaman’ın, hakikatten mahrum kalmış felsefenin, insanın mükemmel yaratılışını görmezden geldiğini ifade ettiği şu satırlarını dikkatlerinize arz edelim:

“Felsefe hikmeti ise... Meselâ, en câmi’ bir mu’cize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden hurûc etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder.” (Sözler, s. 126)

İsmail TEZER

11.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004