Peygamberlik zincirinin son halkası olan Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm), ümmetini ümitsizlikten kurtarmak için geleceğe âit bir çok müjdeler vermiştir.
“Ümmetimin fesada uğradığı ve bozulduğu her yüzyıl başında, Cenâb-ı Hak, kemal-i kereminden dini yenileyen bir müceddit gönderecektir” hadis-i şerifi, o müjdelerden birisidir. Kendiliğinden bir şey söylemeyen, ancak kendisine vahyedileni haber veren Sevgili Peygamberimizin (asm) bu müjdesi, diğer haberleri gibi aynen gerçekleşmiştir. Emevî halifelerinden olan ve takva ve adaletinden dolayı İkinci Ömer olarak anılan Ömer bin Abdülaziz-i Emevî ile başlayan bu mücedditler silsilesi, Rûmî tarihle 1193’te doğan Mevlânâ Halid-i Bağdâdî ile devam etmiş ve ahir zamanın son müceddidi olan ve o zattan tam yüz sene sonra 1293 tarihinde dünyaya gelen Bediüzzaman ile noktalanmıştır.
“Ben, asr-ı sâlis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum, sûreten medenî, dinde lâkayt olanları camiye dâvet ediyorum” diyen o koca sultan, Allah’ın izniyle telif ettiği Kur’ân tefsirleri için de “Risâle-i Nur, bu asrı ve gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur’ân’iyedir” demekle, önemli bir noktaya dikkat çekiyordu.
Bu günlerde, Birinci Şuâ ile Sekizinci Şuâ Risâlelerini tekraren okuyordum. Otuz üç Kur’ân âyetinin işâret ve taltifine mazhar olan Nur Risâleleri, aynı zamanda Hazret-i Ali’nin (r.a) Ercûze ve Celcelutiye namlarındaki kasidelerinde de bahsediliyor, hatta bir çok Risâlelerin adı bile ifade ediliyordu. Ebced ve cifir hesaplarıyla telif ve intişar tarihlerine işâret edilen bu Risâleler ve Bediüzzaman, Gavs-ı Azam Abdulkadir-i Geylânî Hazretleri tarafından da tebşir ediliyordu.
Âhir zamanın en dehşetli dinsizlik cereyanlarına karşı tek başına galibâne mukabele eden ve ehl-i imanın imanını takviye ederek dalâlete mağlûp olmaktan kurtaran Risâle-i Nur hareketi, elbette Kur’ân hesabına bu asrın en büyük hadisesidir. İslâmiyet’i ilgilendiren olaylardan bahseden Kur’ân ve bu büyük zatların, bu en büyük hadiseden bahsetmemeleri düşünülemez. Dine gelen hücumların dehşeti ve büyüklüğü, manevî hizmetin derecesini de büyütmüş ve kudsî tesellilerle o hizmetin hizmetkârları mânen alkışlanmıştır.
“Bir zaman gelecek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu risâleleri bütün dünyaya iftiharla ilân ve neşr edecektir. Siz kime hizmet ettiğinizi, kime talebe olduğunuzu ve nasıl bir şahısla konuştuğunuzu bilmiyorsunuz” diyerek önemli mesajlar veren Bediüzzaman’a kulak vermek lâzım. Son müceddit kimliğiyle hem diyanet, hem siyaset, hem cihad, hem saltanat, hem daha pek çok dairelerde vazifeli olan Üstadı, Nur Talebeleri her cihetle tanımak ve Nur Külliyatı’ndaki bütün alanları ilgilendiren ölçüleri yaşamak durumundadır. “Çok emârelerle kât’î kanaatimiz gelmiş ki, bu Kur’ân derslerinde fetvâ vazifesi ile tavzif edilmişiz” diyen Bediüzzaman, her cihetle vazifeli olduğunu ve mânen tavzif edildiğini açıkça beyan etmektedir.
İçtimâî ve siyasî olayların herkesi meşgul ettiği şu sıralarda, çeşitli bahaneler ve söylemlerle, Nur Risâlelerini eğip bükerek kendimize benzetmek yerine, Nurun hakiki talebeliğine talip olarak kendimizi ona benzetmek durumundayız. Şimdiye kadar Nur Risâlelerindeki ölçülere bağlılığımızdan dolayı başımız hiç eğik olmadı. Bu sadakati ve çizgiyi sürdürmek bizim için bir şeref tâcıdır. Her seferinde adres değiştirenlerin ve havaya göre yelken şişirenlerin çokluğu bizi etkilememeli. Biz, Nurlardaki ölçülerin etkisinde kalmalıyız. Zira, Zübeyr Ağabeyin ifadesiyle “Üstadın bir işâreti, bir evliyanın bin kerâmetinden daha önemlidir. Çünkü, Üstadın vazifesi umûmi, evliyanın kerâmeti hususîdir.”
Fakat bu hakikatlerle beraber, yine de bu dünya imtihan dünyasıdır. Çeşitli eleklerle elenmek bu imtihanın gereğidir.
11.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|