Saltanat kaldırılalı 75 yıl oldu, cumhuriyet ve demokrasi devrini yaşıyoruz. Öyleyse “Bu padişahlık da nereden çıktı?” diyenler olabilir. Hem de herkes padişah olursa, teb’a kim olacak sorusu akla gelebilir. Hani Anadolu’da bir söz vardır, “Sen ağa ben ağa, ineği kim sağa” derler. İşte ben de bunu demek istiyorum. Herkes padişah olursa, teb’a diye bir sınıf kalmayacak. Herkes ağa olursa, kendi ineğini kendi sağacak, başkalarını ırgat, yanaşma, veya çoban yerine koymayacak. Herkes hem padişah, hem teb’a, hem çoban, hem de ağa olacak. Demokrasi denilen sistem bunun için vardır. Cumhuriyetin gerçek mânâsı burada yatmaktadır.
Millî iradeye dayanan demokrasi ve cumhurun söz sahibi olduğu cumhuriyet, herkesi padişah yapar. Demokraside istişare esastır. Herkes fikrini söyler. Alınacak kararlar hakkında reyini ortaya koyar. İradesini beyan eder. Yönetimde söz sahibi olur. Böylece insan, insan olduğunun farkına varır. “Benim de fikrim alınıyor, reyim soruluyor” diyerek bir teb’a olmadığını idrak eder.
Krallıkta veya padişahlıkta, bir kişinin dediği oluyordu. Halka bir şey sorulmaz, halkın fikri alınmazdı. Meşrûtiyetle başlayan ve çağdaş demokrasi seviyesine ulaşan yeni yönetim şeklinde ise, halkın, yani cumhurun ortak görüşü esas alınır. Uygulamada belki bu sistem tam olarak böyle işlemiyor. Ama nihâî hedef cumhurun hâkim olduğu bir idare şeklidir. Demokrasi ve cumhuriyet üzerindeki eski alışkanlıkların tortuları temizlense, “meşrûtiyet-i meşrûa” denilen gerçek demokrasinin güzel yüzü ortaya çıkar. İşte o zaman her fert bir padişah hükmüne geçer. İdarede rey ve karar sahibi olur.
Demokrasi ve cumhuriyet adına ortaya çıkan ve milletten vekâlet isteyenlerin görevi, herkesi padişah seviyesine çıkaracak bir demokratik sistemi tesis etmektir. Yoksa, “mânâsız, isim ve resimden ibaret bir cumhuriyet” gerçek cumhuriyet olmaz. Belki bazı kişi ve zümrelerin padişahlığının devamına yardımcı olur. İstibdat, bir kişi yerine bir kurum eliyle tatbik edilerek halkın iradesi yine devre dışı kalır.
İçinde geçmekte olduğumuz süreç, demokratik bir süreç gibi gözükse de, herkesin padişah olmasına müsait değildir. Yani tam demokrasi ve hakikî cumhuriyet henüz tesis edilememiştir. Halkın, yani cumhurun ne dediğine bakılmıyor, ihtiyaç ve taleplerine cevap verilmiyor. Özellikle cumhuriyetçi geçinen ve çağdaş olduklarını iddia eden bazı çevreler, cumhurdan hiç hazzetmiyorlar. “Cumhur kelimesi sinirime dokunuyor” diyen sözde cumhuriyetçiler var. Öte yandan, “dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan” bazı çevreler de, din adına demokrasiye karşı çıkıyorlar. “Demokrasi küfür rejimidir” diyenler, bu söylemlerini bugün yumuşatmış olsalar da, yine de demokrasiyi içlerine sindirmiş görünmüyorlar. Halbuki gerçek demokrasi, İslâmiyetin öngördüğü bir meşveret sistemidir.
Bediüzzaman Hazretleri meşrûtiyeti, yani bugünkü anlamda demokrasiyi şöyle tarif ediyor: “O vücud-u nuranînin kuvvete bedel hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.” Demek ki bundan yüz sene önce demokrasiyi bu kadar güzel tarif eden böyle bir sistemin İslâmî hayat için de en uygun yönetim tarzı olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bugünkü demokrat ve cumhuriyetçilerin fersah fersah ilerisinde bulunuyordu.
Böyle hür bir demokrasiye sahip olsak, elbette her birimiz bir padişah hükmüne geçeceğiz. Kimse kimseye tahakküm edemeyecek. Herkes hak ve özgürlüklerini kullanmakta şahane hür olacak. Sınıf mücadelesi ortadan kalkacak.
Bugün seçim propagandası yapanlar, meydanlarda “Mazot 1 lira olacak” vaadi yerine, “Herkes padişah olacak” deseler daha etkili bir propaganda yapmış olurlar. Zira insanların mazottan, sınavsız üniversiteden ve hatta ekmekten önce hürriyete ihtiyaçları var.
Bediüzzaman gibi “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen insanlar, önce bu ihtiyacı vurgulamışlardır.
11.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|