Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Demokrasinin ve özgürlüklerin önü açılmalı

Demokrasilerde seçimler çok önemlidir. Halkı temsil eden parlamentonun gücünü yenilemesi iktidarların meşrûiyetini kanıtlaması için çok önemlidir. Türkiye’nin seksen yıldır yaşadığı son dönemde de şiddetini açık bir şekilde hissettiren askerî muhtıralara ve siyaset dışı antidemokratik müdahalelere şahit oluyoruz.Bir son dakika provokasyonuna kurban gitmeden 22 Temmuz 2007 seçimlerini inşallah gerçekleştiririz.

Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Deniz Ülkü Arıboğan da Türkiye’nin yeni bir anlayış sergilemesi gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin dışardan kurgulanan oyunlara direnmesi gerektiğini belirten Arıboğan, iç siyasette ve toplumsal hayatta gerçekleştirilmesini istediği değişikliği şöyle özetliyor: “Biz kalıplaşmış olan ilişkilerimizle devam etmeye çalışıyoruz. Daire içinde döner gibi aynı yolu defalarca gidiyoruz. Benim gençliğimde ne yaşamışsam gençler de aynı şeyleri yaşıyor. Bir yerde ‘dur’ deyip bu paradigmayı değiştirmeliyiz.”

*Çiçeği burnunda bir rektör olarak Türkiye’yle Batı dünyasının eğitim sistemini karşılaştırır mısınız?

Türkiye çok fazla bilgi üretme peşinde olan bir ülke değil. Eğitim sistemi var olan bilgiyi öğrenciye aktarmayı tercih ediyor. Öğrencilerin yeni bilgiler keşfetmek yerine biat ettirici bilgiyle donanmasını tercih ediyor. Bu anlamda biraz doktriner olduğunu söylemek mümkün...

*Türkiye’nin biat ettirici, doktriner bilgiyi tercih etmesinin sebebi ne?

Osmanlı’nın temeli üzerine bina edilmiş olan TC’de eğitim, ‘iyi vatandaş’ olarak tarif edilen bir tipi meydana getirmek üzerine kurulmuş. Eğitimin felsefesi bu yapının desteklenmesi için vatandaşını yeni baştan tasarlayan bir yapı haline getirilmiş. Halbuki dünya çapındaki üniversiter eğitim, bizdekinin tam tersi verili tipin dışında bambaşka yeni dünyalar tasarlayan insan ortaya çıkarmak üzerine kurgulanmıştır.

*Bu yapının ortaya çıkmasında devlet zihniyetinin rolü nedir?

Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının hafızalarımızda derin travmalar oluşturduğunu bilmemiz gerekir. Bunun için de sürekli olarak devletin bölünmez bütünlüğünün korunması, farklı insanlara tolerans gösterilmesinde zorlanılması gibi durumlarla karşı karşıyayız. Eğitimimiz de, insanların fazla farklılaşmamasını sağlamaya yönelik. Dünya küreselleştikçe, üniversiteler dünya ile bütünleştikçe daha farklı açılım alanı meydana getirmeye başladılar. Üniversitelerde farklı tipler ortaya çıkabiliyor ve bunlar zenginlik olarak algılanıyor.

*“Güçsüz devlet korku duyan bir devlettir, güçlü devlet marjinal grupları kontrol edebilir” tezine ne dersiniz?

Şüphesiz ancak bu korkular hiçbir gerekçe olmadan ortaya çıkmış paranoyalar ve travmalar değil. Osmanlı’dan sonra devletin alt ve üst yapısı değişmiş ve sürekli uluslar arası baskı var. Gerçekten bu topraklar kıymetli ve uluslar arası bir operasyonun cephesi haline gelmiştir. Yani bu mânâda seksen küsûr yıldır çok değişen birşey olmadığını söylemek gerekiyor. Bu nedenle belli korkular olabilir ama bu gerekçelerden aşkın korkular var...

*‘Seksen yıldır birşey değişmedi’ diyorsunuz. Siz de değişime direnen kesimler gibi yeni bir Sevr yaklaşımıyla karşı karşıya olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?

Bu kadar sert bir söylemden bahsetmiyorum. İnsanlarının paranoyalarının belli sebeplerden kaynaklandığını söylüyorum. Bunun gerçek olması gerekmez. Korku zaten rasyonel birşey değildir. Öcülerden korkarsınız. Korku irrasyoneldir. Ama korku üzerine devlet politikaları bina etmek irrasyonalitenin ötesinde belki politik bir tavırdır da. Üretilen korkuların devletin meşrûiyetini sağlayan bir takım araçlar olarak değerlendiriyorsak bu korkularını bunların baştan değerlendirilmesi gerekir. ‘Türkiye; İsveç, Norveç gibi çok rahat bir ülke’ diyemeyiz. Çevremizdeki ülkelerin iç ve dış sorunlarına baktığımızda bu toprakların konforlu olmadığını rahatlıkla görürsünüz. Türkiye’nin siyasetine müdahil birçok uluslar arası birim var. Bunun için “Çevremizde korkulacak birşey yok, bunu kendiliğimizden üretiyoruz” da diyemeyiz. “Türkiye müthiş risk altında, Türkiye’yi bölmek için uğraşıyorlar” diyerek güvenlik odaklı bir politika izlemek de büyük bir paranoya. Bu iki anlayışın ortasında buluşulabilir.

*Peki, bu ülkede konforu nasıl sağlayacağız?

Akıllı olursak bazı olumsuz şeylerin etkisini azaltabiliriz, üstesinden gelebiliriz. Her seçimden önce yaşadığımız olumsuzluklara direnmek gerekiyor. Kurgulanmış terör ve şiddet olaylarına direnmek gerekiyor. Burada devlet aklının ön planda olması önemli. Pavlov’un denekleri gibi her düğmeye basıldığında onların istediği tepkiyi verdiğimizde, düğmeye basmaya devam edecekler. Devlet aklı düğmeye basıldığında başka tepki vermeyi öğrenirse, düğmeye basılmasına gerekte kalmayacak.

*Bunun dışında devlet aklı kurguladığı vatandaş tipi dışına çıkan insanları tehdit olarak algılıyor. Bunun için millet devlet kaynaşmasında problem olduğu söyleniyor. Bu toprakların insanları bu kadar mı demokrasiyi ve cumhuriyeti benimsememiş?

Ben öyle düşünmüyorum. Bazı yapılarda önce devlet inşa edilip sonra millet inşa edilir, bazı durumlarda da millet kendine uygun devlet oluşturur. Osmanlı devletinden gelen bir gelenek olması itibariyle Türkiye’de devlet de, millet de şekillenmiştir. Zaten verili bir yapının üstüne yeni şeyler şekillendirmeye çalışıyorsunuz. Devlet o zamanın şartlarında bir revizyona gitmiş yeni bir model oluşturmaya çalışmış. Oluşmuş bir millet yapısı olduğu için halk istenilen reaksiyonu verememiş. Onun için tarihsel çelişkiler var. Devlet millet kaynaşmasının olmaması için hiçbir neden yok. Ama zaman zaman ortaya çıkan bazı tahriklerden, marjinal nedenlerden kaynaklanan sıkıntılar var. Şunu söylemek gerekiyor: Devlet millete hizmet etmek için vardır. Bizde, genelde millet devlete hizmet eder. Bu paradigmanın tersten inşası gerekiyor.

*‘Devlet artık milletine güvensin’ mi demek istiyorsunuz?

Devlet milletine, millet devletine güvensin. Bu karşılıklı bir ilişkidir. Bir olaya bakarken ideolojik yaklaştığımızda suçlama arayışı ortaya çıkıyor. Ben problemde suçlu aramam. ‘Devlet suçludur, millet suçludur’ arayışına girişmenin çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalı. Şu anda geçmişin de çok önemi yok. Ne olması gerektiği çok önemli. Güçlü bir devlet olmak istiyorsanız sizi benimsemiş, sizi sahiplenen bir millet olması gerekir. Güçlü bir devlet meydana getirmek için milletinize küsemezsiniz. Milletin de konforlu yaşaması için güçlü bir devlete ihtiyacı vardır.

*Bu kadar devlet felsefesinden sonra günlük olaylara dönmek istiyorum. Siz üniversiteleri özgürlük açısından nasıl buluyorsunuz?

Toplumsal sıkıntıların üniversitelere yansıdığı kesin. Ortada özgürlükler açısından problem varsa bunun kanunlarla düzeltilmesi gerekiyor. Benim kişisel tercihim üniversitelerin müthiş özgürlükten yana olmasıdır. Rektörlerin kişisel tercihleri değil kurumların uymak zorunda olduğu kanunlar var. Ben üniversitelerin en özgürlükçü, sivil, demokratik kurallar içinde olmasını istiyorum.

*Peki özgürlük istediğiniz gençlerin demokratik açılımlar yapacak zihinsel olgunlukta olduğunu düşünüyor musunuz?

Dünyanın her yerinde farklı düşünceler ve ideolojiler vardır, önemli olan insanların birbiriyle uyum içinde tolerans göstererek yaşamasıdır. Ben gençleri çaresiz görüyorum. Türkiye’de gençler kimliksiz bırakılmış ve depolitize edilmiş bir kitledir. Gençler pazarın tüketim aracı yapılmak istenmektedir. Gençlerin bünyeleri buna dayanamıyor, kendilerini feda edebilecekleri idealleri yakalamaya çalışıyor. Üç tane artist, beş tane şarkıcı, bir tane illegal adam, bunlar gençlerin idolleri olamaz...

*Gençleri nasıl politikaya dahil edebiliriz?

Politika insanların ülkesi için birşey düşünmesidir. Politikayı kavga meselesi haline getirmek tehlikelidir. Gençlerin toplumlarına duyarsız hale getirilmeleri, taassup ve ırkçılığa hapsedilmeleri olacak işler değil. Hepsinin ortak potada eritilmesi gerekir. Biz gençlerimizi başkalarına teslim etmiş durumdayız. Gençleri kazanmak durumundayız. Görüşler arasında farklılıklar olabilir ancak gençler ayrımcılık yapmadan yaşayacakları bir ortam inşa etmek zorundayız.

*Üniversitelerde özgürlük ortamı meydana getirmek için yasaların değiştirilebileceğini söylediniz. DP’den siyasete atılmak üzereyken vazgeçtiniz. Siyasete girerek kanunların değişmesine yardım edebilirdiniz. Neden rektörlüğü seçtiniz?

Demokrat Parti önemli bir projeydi. O birleşme sadece iki partinin birleşmesi olmayacaktı. Merkez sağda sivil bir alternatif olarak düşünülmüştü. Oraya başka partilerin de katılacaklarını düşünerek kocaman bir merkez sağ oluşumunu arzulamıştım. Ben de bu birleşmeye katkı sağlarım umuduyla girdim. Kendime katkı sağlamak gibi bir umudum olmadı. Listede kaçıncı sırada olacağım bile önemli değildi. Proje dağılınca ben de geri çekildim. TBMM’ye ne kadar çok parti girerse halkın kendinin mecliste daha iyi temsil edildiğini düşünecektir.

*Sohbetimizi genel olarak değerlendirdiğmide, “Türkiye yeni ufuklara yeni adımlar atmalı” mı diyorsunuz?

“Dün, dünde kaldı cancağazım; yeni sözler söylemek lâzım” deniyor ya. Yeni şeyler söylemek lâzım. Çünkü yeni bir dünyada yaşıyoruz. Biz kalıplaşmış, gelenekselleşmiş yapılarımız, sistemlerimiz birbirimizle olan ilişkilerimizle devam etmeye çalışıyoruz. Daire içinde döner gibi aynı yolu defalarca gidiyoruz. Benim gençliğimde ne yaşamışsam, gençler de aynı şeyleri yaşıyor. Bir yerde ‘dur’ deyip bu paradigmayı değiştirmeliyiz. Biz bu sistemin içinde yaşadık, bundan sonra böyle olması gerekmiyor. Bu çok yanlıştı ve bize çok şeye mal oldu. Artık birbirimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Farklı bir giysiye sahip, farklı bir etnik kökene sahip diye, farklı diye düşman olmak zorunda değiliz. Aslolan hepimizi bir araya getiren TC vatandaşlığıdır. Hepimiz bu gök kubbede nefes alıyoruz. O kadar güzel bir ülkede yaşıyoruz ki! İnsanların birbirine neden düşman olduklarını, neden bu kadar gergin olduklarını anlamakda zorlanıyorum. Hiç oy vermeyeceğim bir parti, başka bir fikri savunuyor olabilir. Türkiye için bambaşka bir model öngörüyor olabilir. Ben ondan nefret etmek zorunda değilim. O da Türkiye için birşeyler öngörüyor. O da onun doğruluğuna inanıyor. Tartışılabilir, ama kavga etmek niye? Biz küçük şeyler için kavga ediyoruz. Portakal suyu mu güzel, elma suyu mu güzel? Hadi kavga edelim!

*Bu üniversite sisteminde o kadar mağdur olan kesim varken, demokrat bir insan olarak görevinizi yaparken vicdanınız rahatsız olmuyor mu?

Herkesin bir görevi var. Meclise giren insanlar gereğini yapıp özgürlüklerin ve demokrasinin önünü açmalı. Ben öğrencime ‘şu giyside veya bu giyside, şu etnik yapıda’ diye ayrım yaparsam mesleğimin ahlâkına aykırı davranmış olurum. Benim öğrencilerim arasında başörtüsü ayrımım olamaz hepsini de ayrı ayrı sevdim. Onlar benim çocuklarım.

Hasan Hüseyin KEMAL

16.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (12.07.2007) - O güzelliğe kıymayın beyler

  (09.07.2007) - Türkiye eskisi gibi olamaz

  (02.07.2007) - İslâmî kesim daha özgürlükçü

  (27.06.2007) - Güneydoğu’daki sorun bir demokrasi sorunudur

  (25.06.2007) - Resmî ideoloji riyakârlıktır

  (21.06.2007) - Camide siyaset yapılmaz

  (20.06.2007) - Türkleri iyi Müslüman oldukları için severim

  (19.06.2007) - İstanbul'u kütüphaneye çevirmek istiyoruz

  (18.06.2007) - İnönü: Askerin gözü Çankaya’da olur

  (13.06.2007) - Murat Göğebakan: Müzik piyasası nasıl kurtulur?

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004