Gidenler... Gelenler... Bir araya gelenler...
Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin ve yakın talebelerinin, ihlâslarına, fedakârlıklarına hayran olmamak elde değildir. Onlar sayıca çok çok az oldukları halde ve şartların bugünküne göre kat kat kötü olduğu günlerde müthiş bir iman ve ihlâs ile bu iman ve Kur’ân dâvâsını devam ettirebilmişlerdir. Allah hepsinden tek tek razı olsun.
Ne var ki, yavaş yavaş onlar da berzah âlemine yolcu olmaktadırlar. Hz. İsa için ve belki Hz. Hızır ve Hz. İlyas için—ibret olsun diye—istisna olarak işletilmeyen bir kanun-u İlâhî onlar için de geçerli.
Ağabeylerimizden bu sefer de Türkmenoğlu Ağabey gidiverdi Üstadının sohbetine... Mustafa Türkmenoğlu, Mevlânâ’nın eşiğinden geçiverdi berzah âlemine... Ondan bir iki gün önce de Son Şahitler’den, İzmit’te senelerce kalan Kâmil Acar girdi Van Kalesinden Üstad’ın yanına. Zaten Birinci Ağabeyi birkaç ay önce göndermiştik o diyara.
Gidenlerin ardından Nur Talebeleri olarak hüzün kaplar yüreğimizi, üzülürüz. Ancak bizim hüzünlerimiz de imanîdir. Bizim hüznümüz gidenlerin gitmesinden değildir. Çünkü onlar—20. Mektub’un 2. Makamının 11. Kelimesinde söylendiği gibi—“..fenâya değil, bekaya” gittiler. “Ademe değil, vücud-u daimîye sevk” olundular. “Zulümata değil, âlem-i nura” girdiler. “Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına” yönlendiler. “Firaka değil, visale müteveccih” oldular.
Bizim hüznümüz ayrılıktan da kaynaklanmaz. Zaten Nur Talebeleri, Orhan Veli’nin meşhur şiirinde Süleyman Efendi’ye söylettiği “Ölüm Allah’ın emri / Ayrılık olmasaydı..” gibi bir düşüncede de değillerdir. Çünkü onlar için ayrılık pek de söz konusu değildir. Nasıl mı? Bakın bu konuda Risâle-i Nur 23. Mektub’da nasıl müjde veriyor bizlere: “Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler.”
Öyleyse neydi bizi hüzne sevkeden? Hakikî mânâda bir ayrılık da olmadığına göre... Oysa onlara değil, belki kendimize ve kalanlara üzülüyoruz bu vesileyle...
Belki bizim hâlâ dünyada olmamız... Gidenlerin aksine bizim günah cihetinde ölmemiş olmamız...
Veya hatıralarını tatlı tatlı bu dünyada dinleyebilme şansımızın kaybolması...
Onların hizmetlerini bitirmiş olması, dolayısıyla hergün artan sayısına rağmen, yine de iman hizmetinden bir ferdin eksilmesi...
Bütün bunlar üzüntümüzün, hüznümüzün sebebi olabilir ve oluyor...
Ama hepsinden öte onların, gidenlerin ihlâslarının ne kadar kuvvetli olduğunu hatırlatıyor bana bu gidişler... Bir ihlâs abidesi daha göçüyor faniden Bakî’ye... Tam da burada düşüncelerim genişliyor. Gözümün önüne adeta bir uçurum geliyor. Onların dört kişiden 1111’den fazla kişinin yapacağı hizmeti yaptıklarını, bizim ise 1111’den çok fazla olmamıza rağmen onlar kadar hizmet edemediğimizi görüyorum. Ve şahsen beni en çok hüzünlendiren nokta bu.
Bu arada gözüm bir de Taziye ilânlarının yanında yer alan Tebriklere takılıyor. O zaman içime ümitler doğuyor. Evlenenler ve yeni dünya yolcusu olanlar... “Gidenlerin” yanında “gelenler” de var, “bir araya gelenler” de. Yeni bir hayata başlayanlar da var, hayatlarında yeni bir sayfa açanlar da...
O zaman anlıyorum ki, hüzünlenmenin yanında, zamanın akışına karşı, artık başka şeyler de var yapılması gereken. Çünkü imtihan sırasında boş oturmak söz konusu olamaz. Artık yeni imtihanlarımız var... Yeni meselelerimiz var bizi bekleyen...
Evet! Meselemiz yeni kurulan evlerimizi de iman ve Kur’ân Nuruyla doldurmaktır.
Evet! Meselemiz Furkanlardan, Ahmetlerden yeni Türkmenoğulları yeni Birinci’ler yetiştirebilmektir.
Evet! Meselemiz imanımızı, fedakârlığımızı, ihlâsımızı tıpkı Birinci ve Türkmenoğlu’nun ihlâsları gibi bir seviyeye getirmeye, hiç değilse, çalışmaktır.
Şartlar ne olursa olsun!
Taziye ve Tebrik notu: Bu yazı tanıdığım ve sadece isimlerini yazsam bile çok uzun bir liste olacak “gidenler” için bir taziye, “gelenler”in aileleri ve “bir araya gelenler”in hepsi için ise bir tebrik olarak kaleme alındı. A.T.U.
[email protected]
|