Bundan tam on yıl önce tanıdık bir yazar cemaatlerin işlev ve misyonlarının bittiğini söylemişti. Kısaca, ‘cemaatlar bitti’ demişti. Elbette bunu mutlak anlamda değil de, izafi anlamda kullanıyoruz. Geçenlerde Saadettin Tantan da parti başkanı olarak siyaset yapmasına rağmen siyasetin bittiğini söyledi. Peki siyaset neden bitti? Siyaseti bitiren kuralsız ve ilkesiz siyasetçiler oldu. Yani siyasetin bitmesinin temelinde ahlâksızlık var. Aynen neoconların Amerikan siyasetini ve dış politikasını bitirmeleri gibi.
Siyasette ilkeden ziyade menfaat ve dolayısıyla zümrecilik ve kadroculuk egemen olduğu için siyasette parçalanmışlık yaşanıyor. Bu parçalanmışlığı arttıran faktörler arasında siyasal mühendislik ve darbeler var. Ama sadece darbeleri görüp siyasetçiyi görmemek de bizi teşhis hatasına götürür. Bu durumda siyasetçiyi edilgen olarak tanımlamamız gerekir ki bu durumda suç ona racidir. Görevini yapmıyordur. Bir diğer unsur da idealizmin yokluğunda, pragmatizm ve onun beslediği ilkesizlik ve bunun getirdiği kimliksizliktir. Siyaset ilke değil de menfaat ve zümre üzerine gittiğinde partilerin mitos bölünmeyle çoğalması ve bu suretli istikrarsızlığın artması kaçınılmazdır. 12 Eylül siyasetin mecrasını değiştirdiği için partileri iki blokta veya iki adreste toplamaya zorlaması ve bu yöndeki mühendisliği başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 28 Şubat süreci ise partileri kimliksizleştirmiştir. 27 Nisan süreci ise siyaseti kılcal damarlarına kadar bozmuştur. Bakıyorsunuz Yaşar Okuyan gibi MHP’liler ve İlhan Kesici gibi DYP eğilimliler CHP saflarına katılmışlar. CHP’lilerin bir kısmı MHP’yi veya AKP’yi destekliyor. Dolayısıyla siyasetin karakteri siyasete de egemen olmaya başlayan ‘ne misyon olursa yaparım abi!’ yüzünden kirlenmiş durumda. Bu siyasetin avamileşmesidir.
***
Binaenaleyh rakip partiler arasındaki rekabet ilkelere dayalı değil. Sen ben kavgası. CHP-AKP rekabeti bile öyle. En azından muhtevası zayıf. AKP’nin serencamına gelecek olursak; geldiği aşamayı, ‘ 30 yıl önce 30 yıl sonra’ tekerlemesiyle izah edebiliriz. Abdullah Gül Demirel’in 30 yıl önce söylediğini tekrarlıyor.
Abdullah Gül cumhurbaşkanlığı seçimleri arefesinde Newsweek dergisine: “Teokratik nizama karşıyız. İslamcı partilerden nefret ederim’ demiştir. Burada iç içe yanlışlar var. Birincisi bunun anlamı şudur: Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik 30 yıl geriye gittik. Eğer şartları Abdullah Gül’e böyle söyletiyorsa veya bunu dayatıyorsa aynı şartlar döneminde Demirel için de geçerliydi. Acaba bu durumda Abdullah Gül gibiler siyasete Demirel’in yerine geçmek için mi girdiler? Çünkü son söylemleriyle, ilke bazında aralarında bir fark kalmadığını gösteriyorlar. Öyleyse dâvâları cihangirlik davası mıydı? Yoksa tuttukları yolun bu noktaya sapacağını kestirememişler miydi? Öyleyse ne diye milletin önüne geçtiler? Bu geçme kesme anlamı da taşımıyor mu? Hangisi doğru olursa olsun onlara mazeret kapısı bırakmıyor. Abdullah Gül yine iktidar hırsı nedeniyle kendisini sorgulayamıyor ve muhasebe edemiyorsa kitlelerde mi bu durumu görmüyorlar? Onlara ne oldu ? Devekuşu gibi boyunlarını kuma mı gömüyorlar?
***
Millet 22 Temmuz seçimlerine, AKP-CHP tezadı aralığından bakıyor. AKP ve CHP’ye bu zıtlıktan dolayı oy verenler kendilerini bu aralığa hapsetmiş oluyorlar. Halbuki CHP’lilerin bir kısmı Baykal’ın yanında kalırken diğerleri ya açıktan ya da gizli AKP’li. Ertuğrul Günay gibi herkesin malumu olan figürler açıktan CHP’yi temsil ederken Financial Times gazetesi ise CHP kökenli gizli AKP’lilerden bahsetmektedir. Bunlar lisan-ı halleriyle: ‘Gönlümüz CHP’de ceplerimiz ise AKP’de’ diyorlar. Yezid ordusundaki Hüseyin (R.A.) taraftarlarının ‘Kılıçlarımız Emevilerin emrinde gönlümüz ise Hüseyin’in yanında atıyor’ demeleri gibi.
27 Nisan kırılmasıyla birlikte iki şey açığa çıktı. AKP’nin temsil ettiği siyasi istikrar parantez haline geldi. Bundan böyle istikrar için AKP’ye oy vermek sadece kendini kandırmak olur. Bu anlamda, AKP’de istikrar aramanın pek de bir anlamı yok. İkinci olarak, muhafazakâr anlamda yapabileceklerinin de sınırına gelmiş oldular. Gong çaldı ve sınır taayyün etti. Şimdi ise milletin meselesini öteleyenler ve mazlumiyetini izalede ağırdan alanlar kendileri namına 22 Temmuz seçimlerini bir hesaplaşma zemini ve millet üzerinden mazlumiyetlerini giderme süreci yapmak istiyorlar. Bunda milletin ne çıkarı var?
Siyaset çadırının direği düştüğü gibi artık partilerin ilkesizliği yüzünden yalama oldu ve yeniden yerine ikame etmek de zor görünüyor. Belki millet bir kez daha o partiye son bir fırsat verecek, ama bu şartlar altında bunu kıymetlendirebileceklerini sanmıyorum. Kur’ân-ı Kerim’in dediği gibi: Daufe’t taliibu ve’t matlup.
15.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|