Mânâsı kendinde saklı ve ufku âleme şamil bir kavramın kenarından merkeze doğru niyetimizi hoş görmenizi dileyerek, bu mevzuyu anlamaya çalıştığımı belirtmek isterim.
Tefekkür, fikir denizinde hakikat incisi aramaktır bir anlamda. Neden Tefekkür diyeceksiniz? Gerçekten, neden tefekkür?
Tefekkür ne demek? Fikirle bir akrabalığı var mı? Kimlere mütefekkir denir? Tefekkürün hikmetle irtibatı nedir? Hikmet olmazsa ne olurdu?
Bütün bunların bilgiden ve bilmekten farkı nedir? Tefekkür olmazsa ne olur? Tefekkür halinde ne değişir?
Evet, bunları düşünmek, düşünmeyi deştikçe kendimizi muaheze ederek, yeniden düşünmenin ferahlatıcı atmosferine geçebiliriz.
Aslında bilinmezlerimiz ve bilinenlerimizle birlikte düşünme ve öğrenme ile başlayan bir haldir tefekkür. Tariflerimiz ondan, yalnız o tariflerimizin üstündedir. Tefekküre tefekkür etmeye hazırlanıyoruz adeta şu anda. O da ne demek? Bilmem ki? Şimdi aklınıza gelen yeni fikrinizle kendinizle cevaplaşmaya ne dersiniz?
Şu anda yaptığımız nedir? Tefekkür mü? Yoksa zihni hazırlamak mı? Dikkati toplamak mı? Ülfeti atmak mı? Sizce neler olmalı tefekkür yolculuğunda?
Tevhide akıl gözlüğü olmalı, cüz’i irademizi kullanmalı, hikmeti anlamalı, ilme istinat, delile bağlanmak ve istikbali kavramak için bir düşünme rehberliği vermeli bize.
Tefekkür, bir düşünce derinleşmesidir. Fikir işçiliğidir. Arayış sürekliliğidir. Kelimelerden kavramlara geçiştir. Anlamlar tetiklenmesidir. Yeni muhakeme alanlarına bir dalıştır. Bazen kayboluştur. İnsicamın kendi içinde dokuduğu bir idrak ve feyiz yolculuğudur.
Tefekkür, bir ibadettir. Marifetullaha giden yoldur. Sahibine rabteden ve ona götüren, kozmik âlemin ilimle beslenen dimağına iman aşısı veren bir düşünce tazeliğidir.
Tefekkürün mirasçısı mütefekkirlerdir. Günümüzde kıtlığı yaşanan budur. Aydınlardan geçilmeyen bir gün aydınlığında, eşyanın hakikatini bile göremeyen aydınlarla hakikat yolculuğuna çıkılamayacağı bedihidir.
Benzer şekilde bilginin sığ sularında kendi nefsinin girdabına kapılıp, her an boğulma tehlikesi geçiren beşerî aklın zorlaması ve ilâhî ahenkten bihaber düşünce sıtmasıyla, sağlıklı değerlendirmeye geçilemeyeceği de bir vakıadır.
Tefekkür, bir safiyetin isteğidir. Merakın kamçıladığı, bilgisizliğin keşfe kapı açtığı bir ihtiyaç duasından doğar. Yoğunlaşan duyguların zevk alma kuvveti, fikirlerin hızlanan algılarını tevhidin penceresinden aklını dışarıya doğru uzatma arzusudur.
Fikir insanı, şahıs ve olay mahallinden her zaman uzaktır. İlkenin sağduyusunda, sabrın zamanı aşan sebatında ve duânın istikamet isteyen sadeliğinde fikri insibağın meyvelerini toplamakla meşguldür.
Fikrî insibağ, kalplerin ve akılların birbirine muhabbet ördükleri bir vasatta filizlenir. Bir doğuşun, bir tecdidin, bir kavrayışın ve ilhamın ayak sesleri böyle zamanlarda duyulur.
Dikkat kesilen ayak seslerinin sonrasına ve gidişin ötesine uzanır durur fikir kıvılcımları. Bazen fikir huzmesini yakalar, bazen mahcubiyetin fark edemeyen gafletine yakalanır, bazen de hakikatin yağmuru altında ıslanır.
Einstein’ın dediği gibi “ilim denizinin sahillerinde çakıl taşları ile uğraşan bir çocuk” gibiyiz. Buna rağmen kendimizi “büyük” addederiz. İddiada bulunuruz. Haşa ve kella.
Hikmet, tefekkür yolcularına açık olan bir kapıdır. Aklımızla izana hizmet edebiliriz. Kalbe nüfuz edebiliriz. Onun feyzinden ilme destek alabiliriz. Şuurlu mü’min olmanın hikmetle barışık vadisinde tefekküre dalmak, gördüklerimizi okumak, eşyayı ve tabiatı anlamlandırmak, yaratılış felsefesiyle ilgilenmek, onları bir mektup gibi görmek ve okumak, hayata dair bakışımıza iman katar.
Makul hasılat, fikri derinliğin bir mahsulüdür. Ezberi bozmanın, ülfetten kurtulmanın ve gafletten uzaklaşmanın yegâne çaresi, heyecanımıza fikir katacak olan tefekkürle mümkündür. İnanmışlık mertebesi, fikrin bize hakim safiyeti ile kendini bulur.
Risâle-i Nur’un dört esasından biri olan tefekkür, bizi hikmetin içinde hakîm ismine ve onun tecellilerine götürür. Vasıl olduğumuz hikmet durakları, bizi bir sonrasına teşvik eder. Yolculuğun bitmeyen sevkiyle, ebediyete uzanan emellerimizle istikbale kulaç atarız. İlim denizi yüzücülüğümüz kadar ve hedefe inanmışlığımız kadar karşı sahile bizi cesaretlendirir.
Tefekkür hali, hep ötesini aramaya ve düşünmeye meyyaldir. Yeniden okur kendini. Yeni anlamlar yükler kendine. Zihnini çalıştırır fikir atölyesinde. Asla yorulmaz. Zihnini hazırlar, doğum sancısı çeken düşünce rahminin yeni evladına.
Hikmete mugayir, makulü bulmaktan aciz ve hissin gölgesinde kendine güneş arayan hiçbir beşer, ağız tadı ve vicdanî yadı diyebileceği huzuru bu şekilde bulamaz.
Hikmet, sessiz vicdanın terennümüdür. Fıtratın tercümesidir. Mütefekkir ise tefekkür ederek bunu okuyan ve yorumlayan mütercimdir. Bunu hakikat denizinden çıkaran dalgıçtır.
“Evet, Risâle-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim’in (a.s.) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyla…” hakikati, muhabbeti tesis eden Haliliye mesleğinin temelini ve “Biz muhabbet fedaileriyiz” sahihliğini ortaya koymaktadır. Bize düşen, bunu yaşamak ve yaşatmaktır.
15.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|