Unutturulmak, yahut üzerine yatılmak istenen başörtüsü yasağı konusu, şükür ki yeniden gündeme taşındı.
Bir önceki seçimde "Başörtüsü yasağını kaldırmak, bizim için nâmus borcudur, şeref borcudur" diye meydanlarda nutuk atan şimdiki iktidar mensupları, ne gariptir ki, bu seçimde âdeta sus–pus oldular. Bu meseleye, seçim beyannâmelerinde de hiç, ama hiç yer vermediler.
Böylelikle, kendilerine ümit bağlayan mağdurları tam bir sukût–u hayale uğrattılar. Üstelik, bu kesimi "yüzde 1,5" diye niteleyerek, kanayan yaraya bir de tuz ektiler.
Anlaşılan o ki, Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını söyleyip duran iktidar mensupları, tesettür ehlinin başörtüsü meselesini de gündemlerinden çıkarmış oldular.
* * *
Hanımları başörtülü olan siyasîlerin bu meseleyi nisyana mahkûm edercesine yürüttükleri politikaların aksine, eşlerinin başı çoğunlukla örtülü olmayan Demokratların harekete geçerek yasağı kaldırmaya yönelik taahhütlerde bulunması, elbette ki gayet mânidardır.
DP lideri Mehmet Ağar'ın başörtü yasağını kaldırma yönündeki dirayetli açıklamaları, farklı kesimlerde değişik değerlendirmelere yol açtı.
Geçtiğimiz günlerde aynı konuya temas eden tanınmış iki kalem erbabı, birbirinin tam zıddı yönünde yorum ve izahlarda bulundular.
Bunlardan biri, Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, diğeri ise Dünya gazetesi yazarı Refik Baydur.
Bulaç'ın gazetemizde de iktibas edilen "Ağar, başörtüsünü çözer mi?" başlıklı yazısında meselâ deniliyor ki, "Ağar, 'Başörtüsü sorununu çözeceğim' diyor. Seçim kampanyasında bunu yüksek sesle söylemenin açık bir erdem olduğunun altını çiziyorum. Çünkü, milyonların canını yakan bu sorunu dile getirmek, neredeyse 'terör örgütlerine ve teröristlere arka çıkmak'la aynı şey haline getirildi."
Bulaç, yazısında şu önemli noktanın altını da çiziyor: "AK Parti ve CHP'nin gündeminde böyle bir sorun yok. Kısaca, yasağın geçerli teamül halini almasına çalışılıyor. Bu en büyük tehlikedir. Yani, artık hiç kimse bu konuyu programına almayacaktır... Çözüp çözmeyeceği, samimi olup olmadığı hiç önemli değil; Ağar'ın bunu programına almış olması, meydanlarda dile getirmesi önemli bir şeydir."
(Agg, 07.07.07)
* * *
Bulaç'ın bu tarz görüşlerinin tam aksi yönünde fikir beyan eden Dünya yazarı Refik Baydur ise, "Olmadı Mehmet Ağar" başlıklı yazısında DP liderine yüklendikçe yükleniyor.
Baydur'un 15 yıl müddetle (1989–2004) Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmüş bir kişi olduğunu da hatırlatarak, söz konusu yazısından bir kaç cümleyi iktibas edelim.
Ta ki, bu zâtın sadece Ağar'a değil, başörtüsüne karşı duyduğu allerjinin hangi boyutlarda olduğu da anlaşılmış olsun.
İşte, Baydur'un sözleri:
"Sayın Ağar, siz belki hatırlayamazsınız ama adaşınız eski DP ve lideri Adnan Menderes de işe böyle başlamıştı. İlk olarak ezanı Arapça okutarak icraata başladı; ancak sonu iyi gelmedi. Buna mukabil 'siyasi İslam' hızla gelişmeye devam etti. Sonuç hiç arzu edilmeyen bir uzantı ile bugüne kadar ulaştı.
"Özellikle şunu bilmenizin sizin için yararlı olacağını zannediyorum. Türban bir dini zorunluluk veya inanç değil, bir taraf veya tercih sembolüdür. Dinle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığı gibi, bölücü ve ucu tarikatlara dayanan bir inatlaşmanın da sembolü olduğu sizce de malumdur. Çünkü bulunduğunuz görevler itibariyle bu işi bilmemeniz düşünülemez. Ancak siyasette seçilmek için her yolun mübah olduğunu düşünenler için ilkeler, hedefler, devrimler bir adımda çiğnenebiliyorsa ve bunu, devletinin yıllarca kutsallığına inanmış bir lider yapıyorsa, o zaman bize düşen iş bu zihniyete sırtımızı çevirmek olacaktır." (Dünya, 09.07.07)
Ağar ve DP'liler, ısrarla "türban değil başörtüsü" dedikleri halde, ne hikmetse sayın Baydur ille de "türban" diyor ve söz konusu yasağın kaldırılması yönündeki çabaları son derece tehlikeli buluyor. Öyle ki, kanlı darbeleri hatırlatmaktan bile çekinmiyor.
* * *
Kim ne derse desin, ortada insan temel hak ve hürriyetlerine uymayan, hatta baştan sona aykırı düşen mânâsız bir yasak uygulaması var. Yıllardır yaşanan bu acı gerçeği kimse inkâr edemez.
Bu yasağın, ilânihâye sürüp gitmesi ise, elbette ki mümkün değil. Günün birinde son bularak tarihe karışacak. Benzer, daha başka yasaklarda olduğu gibi...
Ancak, bu tarz konulardaki mücadele ve hizmet, bir nasip meselesidir. Herkese kısmet nasip olmuyor.
En başta inanmak ve iyi niyetli olmak lâzım.
Cenâb–ı Hak, niyetleri ve kalplerden geçenleri elbette biliyor.
Kim ki, hâlis bir niyet taşıyor ve bu uğurda gayretli bir faaliyetin içine giriyorsa, Cenâb–ı Hak da inşaallah onu muvaffak eder.
Kavak–kabak fıkrası
Bizim elli yıllık, yüz yıllık "Ahrar–Demokrat misyon"dan söz etmemize mukabil, bazı okurlarımızın mâzisi üç–beş sene olan partilerin de aynı misyonu sahiplenip sahiplenemeyeceği yönündeki soruları, bize şu "kavak–kabak fıkrası"nı hatırlattı:
Kavağa tutunarak üç ay içinde ağacın tepesine kadar tırmanan kabak, mağrur bir edâ ile sormuş:
"Yahu kavak kardeş, sen kaç senede bu seviyeye çıkabildin?"
Kavak cevap vermiş:
"Yaklaşık on beş senedir."
Diğeri, daha bir çakır keyif içinde demiş:
"Ben ise, sadece üç ayda buraya çıktım, n'aber?"
Yılların kavağı, şu gerçeği hatırlatmadan edememiş:
"Doğru dersin de kabak kardeş... Sen hiç kar gördün, kış geçirdin mi?.."
Siz, "kar ve kış"ı, "darbe veya ihtilâl"e de benzetebilirsiniz.
14.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|