Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sen onları ikaz etsen de, etmesen de birdir; inanmazlar.

Yâsin Sûresi: 10

14.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz uykudan uyandığında şu duâyı yapsın: "Ruhumu bana geri döndüren, vücuduma âfiyet ve Kendisini zikretme fırsatı veren Allah'a hamd olsun."

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 255

14.07.2007


Türk milleti ihtiyarıyla Halk Partisini kat’iyen iktidara getirmeyecek

Sayın Adnan Menderes,

Otuz beş seneden beri siyaseti terk eden Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’ân ve İslâmiyet ve vatan hesabına, bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Partinin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensupları ve Nur talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir.

Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığını sorduk.

Cevaben: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.

Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.

“Milletçilere gelince: Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa,HAŞİYE Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit hakikî Türkleri, ecnebîler boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebîye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum” dedi.

HAŞİYE: İslâmiyet milleti herşeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.

Demokratlar âzalarından Nur talebeleri Mustafa, Nuri, Nuri, Hamza, Süleyman,

Hasan, Seyda, Receb, İbrahim, Faruk,

Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmed.

Emirdağ Lâhikası, s. 422

14.07.2007


Beş pencere...

Ne kadar da telâşlısın, kaygılısın... Daha gelmeden yarın, bugünden yarının endişelerini taşımaktasın. Dünya ne kadar da câzip geliyor sana. Kazanmak, biriktirmek, tüketmek... Evet, tüketmek ne kadar da gidiyor hoşuna.

Tükettikçe tükendiğinin farkında değilsin. Tatmin ol(a)madın değil mi? Tatmin olamazsın tabiî. Dinlemedin ki vicdanını... Nasıl tatmin olabilirdin ki? Vicdanının “ebed ebed” sesini hiç dinlemedin ki... Dur Allah aşkına, bir dakika dur. Bir düşün: Necisin, nereden geldin, nereye gidiyorsun?

Nefsinin zindanında karanlıktasın şimdi. Derin bir kuyuda bocalayıp duruyorsun... Evet, nefsinin zindanında karanlıktadır insan. Nefsinin esiri olmuşsa zulmetler içerisinde ye’stedir, ümitsizdir insan. Pencereler açmakla nefes alabilir ancak. Şu zindanda menfezler açmakla ışığını alabilir.

İşte, tam bu sırada bize hayat sunar namaz... Günümüze ebediyetten “beş pencere” açar...

*

Fâni dünyada ebedî nefesler alabileceğimiz penceredir namaz.

İstikbâlimizin karanlıklarını dağıtıp önümüzü gösteren, aydınlatan nurdur, rehberdir namaz.

En sevgilinin “gözünün nurudur” namaz.

Nefsimizin darbeleri karşısında ruhumuzu, dinimizi ayakta tutan direktir namaz...

Önümüzdeki kabir kapısını ebedî saâdet sofralarına açan anahtardır, “cennetin anahtarıdır” namaz...

Bir çağrıdır; dünyanın dağlarvârî dalgalarından sıkılmış, fânilerin kasvetinden sıkılmış ruhları ebediyete dâvet eden ve ona ebedî hazlar yaşatan bir penceredir, bir ebediyet çağrısıdır namaz...

*

İki namaz arasında sunulanların hatırlanması içindir namaz... Hayat sahibi oluşumuzun, musîbetlerden kurtuluşumuzun, huzura erişimizin şükrü içindir namaz...

*

“Hesabını vereceğimiz gibi yaşamanın” sözünü veririz namazda. Din gününün hakikî sahibine söz veririz. Ondandır ki iki namaz arasında “hesaba çekileceğimizin şuuruyla” yaşarız.

Ve bir “kulluk sözleşmesidir” namaz. “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım isteriz” derken “kul gibi yaşama”nın sözünü veririz. Sonrasında kulluk şuuruyla yaşarız. Kulluğun verdiği hürriyeti tadarız. Hür olduğumuz; ama yine abdullah olduğumuz şuuruyla yaşarız.

*

Güzellik namına her şeydir namaz. Bizi huzura erdiren, bedenimize ebedî bir ruh üfleyen, kalbimize ebedî muhabbetleri taşıyan, bakışımıza kulluğun sözünü koyan ve ruhumuzu cennete lâyık kılan bir cevherdir...

*

Haydi alın elinize iradenin küreklerini, nefsinizin zindanına beş pencere açın.

Yanaşın seccadeye, Rabbinizin âb-ı hayat suyundan tadın.

Rükûda eğilip de, acizliğinizin ve fakirliğinizin farkına varın.

Her gün beş vakit secdeye yanaşın.

Rabbimiz bize şah damarımızdan daha yakın.

Haydi namaza... Haydi felâha... Haydi namazın pencerelerinde ferahlamaya....

Bir sonraki yazımızda beş pencereyi teker teker açmak ümidiyle... Namazla kalın...

[email protected]

Cihan CAMBAZ

14.07.2007


Âlemlerin Rabbi

Âlemlerin Rabbi veya Rabbü’l-Âlemin, sayısız âlemlerin sahibi ve yaratıcısı olan Yüce Yaratıcı. Âlemler güneş sistemi, Samanyolu, galaksiler, yıldızlar, gökyüzü gibi şeffaf âlemler. Atmosfer ve tabakaları. Kara parçaları gibi kesif katı tabakalar âlemleri. Rahman Sûresi 17. âyet bu durumu iyice açıklamaktadır, gözler önüne sermektedir: “O hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir.”1 İki doğu ve iki batının Rabbi diyerek, kuzey ve güney yarımkürelere dikkatimizi çekmektedirler. O, yani Allah, hem iki doğunun Rabbi, hem de iki batının Rabbidir. Evet aynı anda dünyada iki mevsimin yaşanmasını nazarımıza vermektedir. Kuzey yarım küre kışa girerken, güney yarım küre yaza girmektedir. Veya kuzey yarım küre yaza girerken, güney yarım küre kışa girmektedir. İlginç bir o kadar da düşündürücü değil mi? Aynı anda iki farklı mevsim, aynı küre parçasında. Bu iki farklı iklim yerlerini birbirinden ayıran hayâlî bir sınır. Hayali olmasına rağmen hükmünü icra ediyor. Magnetik ve farklı alanlar. Kuzeyde saat akrebine paralel dönen bir alan, güneyde saat akrebine ters yönde dönen bir magnetik alan... Görünmüyor ama hükmünü uyguluyor. Uygulama ile varlığını hissettiriyor. Ekvator dairesi. Kuzeyine gidince farklı bir mevsimle karşılaşıyorsun, güneye inince farklı bir iklim karşına çıkıyor. Kuzey yarımkürede oturan bir insan kış mevsiminde hacca gidince bir ay güneyde yazı yaşayıp ülkesine dönüyor. Kış mevsiminde yazı yaşamak mümkün.

Aynen Cennet ve Cehennem gibi. Zaten Bediüzzaman da bu duruma dikkatimizi çekmektedir.2 Kâinatta tesadüf olamayacağına göre, dünyanın güneş etrafında çizdiği yörüngenin de tesadüfi olamayacağını, bu yörüngenin bir meydanı belirlediğini, bu meydanın haşir meydanı olacağını belirtmektedir. İyinin yukarıda, kötünün aşağıda yer alarak; Cennet ve Cehennemin yerini bizlere göstermektedir.

Âlemlerin Rabbi ile nice sayısız âlemler kasdedilmektedir. Görünen ve görünmeyen âlemler... Esir denizi içinde yüzen dünyalar. Çeşitli varlıklara uygun ortamlar... Alabildiğince uzanan, olabildiğince farklı dünyalar. Ayrı ortamlar. Ateşten, sudan, havadan farklı mekânlar. Ortama uygun varlıklar. Varlıklara uygun ortamlar... Zaten bu durumu kabul eden ilim, kâinatı sonsuz olarak vasıflandırmıştır ki, o sonsuzluğa olabildiğince âlemler sığabilir veya sığdırılabilir. Aklı göremeyince inkâr edemeyeceğimize göre onları göremememiz inkâra veya olmadığına delil olamaz. Çoğu şeyleri görmek için gözlük, büyüteç veya teleskop kullanmak zorunda kalan insanoğlu her şeyi gördüğü iddiasında bulunamaz. Görebilmek veya bulabilmek için biraz gayret göstermeliyiz. Aramalıyız. Araştırmalıyız. Dar bir alanda sıkışıp kalmamalıyız. Veya onda boğulmamalıyız. Çekirdek gibi küçük bir nesnede koca bir ağacı, hafıza gibi küçük bir noktada koca bir kütüphaneyi görebilmeliyiz. İşte o zaman sinekteki sanatın kartaldan aşağı kalmadığını görebiliriz. Yine bukalemun gibi renk değiştiren varlıkların da ayrı bir âlemi simgelediğini görür, kabul ederiz.

Dipnotlar: 1- Rahman Sûresi: 17. Bakınız K.Kerim ve Açıklamalı Meali, Y.Asya Araştırma Merkezi, Şaban Döğen, s. 531; 2- Mektubat, 1. Mektub, 3. Sual

[email protected]

Cihat ERDOĞ

14.07.2007


Huzuru arayan genç -1

Son model arabasının kapısını hışımla örtmüştü Nedim Bey. Oğlu Nazım’ın üniversite hayatı boyunca yaşayacağı eve gelip etrafı seyrediyor, en güzel eşyalarla döşediği odalar kendisine bir zafer kazanmış edâsı veriyordu. Yapacaklarını artık tamamlandığını düşünerek oğluyla son bir soğuk vedalaşma anı yaşadıktan sonra arabasına binerek ardına bakmadan oradan ayrıldı. Fakat kendisini ardı sıra seyreden bir çift göz vardı. Nazım yabancılık ve kimsesizliğin başladığı anı babasının ardından uzun uzun seyrediyordu.

Etrafı dolaşmak üzere dışarı çıktı Nazım, çevreyi biraz tanıyıp biraz da alış-veriş yapacaktı. Zengin bir ailenin çocuğuydu… Babası öğrencilik yıllarından beri mutaassıp bir solcuydu. Oğlunun adını bile koyarken ideolojisine uygun bir ismi tercih etmişti. Annesi sosyetenin ve toplumsal yeniliklerin gerektirdiği şekilde hayatını sürdüren, etrafında kimse yokmuş gibi davranan bir kadındı. İkisinin de özelliği; hayatın hep maddî cihetini görüp, hayatlarını bunun üzerine inşa etmekti. Maddî ihtiyaçların karşılanmasının, kişinin tatmini bakımından yeterli olduğunu düşünürlerdi. Bu sebeple tek çocukları olan Nazım’ın bütün maddî ihtiyaçlarını karşılamışlar; fakat sevgi, şefkat gibi manevî yönlerden hep eksik bırakmışlardı.

Bu sebeple de Nazım hep yalnız kalmış, insanları kendine yabancı hisseder olmuştu. Bundan dolayıdır ki; bir öğrenci yurdunda kalmak istememiş, tek başına üniversite hayatını geçirmek istemişti. Yolda giderken hayatını düşündü hep, neden yaşadığını, nereye gittiğini bilmiyordu. Sanki kendini azgın bir ırmağın seyrine bırakmış, öylece rotasına müdahale edemeden akıntıya kapılmış gibi hissetti. Hayatı boyunca hep düşünmüştü bunları, çok fazla cevap bulamadığı sorular vardı. Etrafını bu duygularla seyrediyordu. Herkes yabancıydı, bir yerlere gidiyorlardı, hep bir akış vardı dünyada, peki sebebi neydi?

Eve geldi, çok fazla kitap okurdu. Yalnızlığını kitaplarla paylaşmaya alışmıştı. Fakat hep felsefe kitapları okurdu. Küçüklüğünden beri babası bunun için onu zorlamış, sonradan da kendisi alışmış, yıllarca hep felsefî kitapları okumuştu. Açtı bir kitabı; okudu… Okudu… Bütün gece okudu… Sabaha karşı kafasını kitaptan kaldırınca, başının çatlayacakmış gibi ağrıdığını hissetti. Okudukça sanki kafasındaki soru işaretleri artıyor, karmaşıklıklar ve bilinmezlikler çoğalıyordu. Kapanıyordu bir bir kapılar... Önceleri felsefe okurken bu olmaz, bir şeyler öğrendiğini düşünür, ruhunun kemâle erdiğini hissederdi. Fakat artık bu lezzeti vermiyordu ona, ondan bir şeyler götürüyor, kafasını kurcalıyordu. Elindeki kitabı karşı duvara hiddetle fırlattı. Tek arkadaşı da gitmiş, artık kendini daha da yalnız hissetmeye başlamıştı.

Günler ayları kovalamış, Nazım’ın okul hayatı da başlamıştı. Üniversitede çok farklı bir ortam arayan Nazım; beklentilerine cevap bulamamıştı. Eğitim düzeyi yüksek öğrenciler, seviyesi ve kalitesi yüksek bir eğitim-öğretim, kendini geliştirebilmek için uygun ortam ve bilgi seviyesi yüksek akademisyenler… Özellikle babasının anlattığı üniversite hayatına özenmişti hep. Onun siyasî görüşünü tam olarak benimsemese de o zamanki öğrencilerin savundukları, onu bir hayat gayesi yaptıkları görüşleri vardı. Çok okurlar, belli bir fikir etrafında hayatlarını sürdürürlerdi. Fakat şimdiki öğrencilerin herhangi bir ideolojilerinin, dâvâlarının olmaması, gündelik/genel geçer değişimler hariç herhangi bir fikrin etrafına toplanmamaları; onu yaşıtları arasında yalnız bırakmıştı. Sadece arada sırada bir şeyler konuştuğu, kısa sohbetlerde bulunduğu, uzaktan tavırlarını ve yüzündeki tebessümü ve sürurunu hayranlıkla izlediği Kerem isimli bir arkadaşı vardı ki; onun da görüşlerini mistik bulduğundan, ona yakın olamayacağını hissediyordu. Fakat nedense ne zaman onunla konuşsa söyledikleri aklında kalıyor, onu düşünmeye sevk ediyordu. Her karşılaşmalarında Nazım’a sıkı sıkı sarılıyor, ona ümit veren, iltifat içeren sözler söylüyordu Kerem.

Nazım bir gün kantinde tek başına oturuyor, yine Kerem’in söylediği bazı sözleri düşünüyordu. Bir noktaya dalmıştı ki; Kerem o dalgınlığı sıcak bir selâm sesiyle hakikate çevirmişti. Elinde iki bardak çay vardı. Konuşmaya başladılar yine. Nazım fırsattan istifade Kerem’e birkaç soru sordu. Hayatı boyunca önünde o kadar büyük engeller oluşturan sorulara karşı Kerem’in verdiği birkaç cümlelik net cevaplar, onu şaşkına çevirmişti. “Ben yıllarca bunlarla aklımı darmadağın ederken, sen nasıl da iki cümleyle onu yok ediyorsun?” deyince, Kerem tebessümünden ödün vermeyerek, bunları sadece okuduğu kitaplardan öğrendiğini söylemişti. Nazım hemen atılarak acilen kitabın ve yazarının adını istemiş, fakat Kerem’in sakinleştirici işaretiyle sükût etmişti. Kerem ona: “Öyle bedava olmaz, biz bu kitapları ilmî seviyesi yüksek olduğundan gençlerle birlikte mütalâa ederek okuyoruz, senin de bizim bu münâzarâlarımızda bulunman gerekir” dedi. Nazım kabul etti ve Kerem’le randevulaşarak merakla o günü beklemeye başladı. Beklemek zordu fakat ilk defa bu kadar heyecanla bir şeyi bekliyordu…

- Devamı yarın -

[email protected]

www.risaleforum.com

Cemil YÜZER

14.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004