Güle güle ağabey!
Koca çınarlar bir bir yıkılıyor...
Geride kalanlara Rabbim uzun ömürler ihsan etsin.
Üstadımızın saff-ı evvel talebelerinden Hakkı Yavuztürk ve Mehmet Emin Birinci Ağabey’den sonra şimdi de Mustafa Türkmenoğlu dar-ı bekaya irtihal etti.
Cenâb-ı Hak, kabrini pürnur, makamını cennet eylesin inşaallah. Bu arada yakın zaman içinde dar-ı bekaya irtihal eden Ali Mutlu Ağabey’den Şahin Hoca’ya kadar bütün Nur talebelerine Allah’dan mağfiret diliyoruz.
Türkmenoğlu Ağabeyin benim dünyamda ayrı bir yeri vardı. Sonradan tanıma nimetine erdim ama çok hukukumuz oldu. Üzerimde çok emeği var, vefatından, ciddi anlamda müteessir olduğumu ifade etmek istiyorum.
Altı aydan beridir dünya ile büyük ölçüde bağlarını kesmişti zaten. Olay bir anda gelişti. Çok sağlıklı ve sıhhatli idi, kalbi ile ilgili ufak sıkıntıları vardı ama hayatına ve hizmetlerine normal seyri ile devam ediyordu. Beyin kanaması ve buna bağlı felç hastalığından birkaç gün önce derse gelmiş ve umum cemaate ders okumuştu. Ama sanki vedalaşıyor gibiydi... Yaşlılığından dolayı sürekli olarak “Vaktim geldi, haklarınızı helâl edin, bizim mekânımız artık başka yerler” derdi, ama biz yine normal seyir içindeki ifadeleri olarak anlardık. Fakat en son helâlleşmesi öyle olmadı... Ciddî anlamda veda etti!
Hastahanede kendisini gördüğümüzde de hislerimizin bizi yanıltmadığını fark ettik.
O bizi fark edememişti!
Tedavisi hastahanede devam etmekle birlikte daha çok evinde kalıyordu. Evlâtlarının doktor olması ona büyük kolaylık sağlamıştı. Bu arada Konya doktor ekibimizi, her an imdada koşan gayretlerinden dolayı ayrıca tebrik ediyorum.
Aslında dün kendisini evinde ziyaret edecektim!
Üniversiteli gençlerle yakın zaman önce Konya dışında bir okuma programına gitmiştik. Oğlu Mehmet Ali Bey’in orada ikamet ettiğini biliyordum. Birgün sonra bizi ziyarete gelip müzakereli dersimize iştirak etmişti. Biz de daha sonra kendisine iâde-i ziyarette bulunduk. Ziyarette babasını konuştuk. Her hafta sonu Konya’ya gitmek zorunda kaldığını söylüyordu. Eve ziyaretçi kabul etmediklerini biliyordum. Tekrar arzu ettiğimi hissedince “Hocam bu hafta sonu gelirseniz bir sefere mahsus görüşürsünüz!” demişti.
Cumartesi günü görüşmeyi beklerken Perşembe sabahı Dr. Mustafa Yavuz Ağabey’den vefat haberini aldım...
“İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn...”
Türkmenoğlu Ağabey, görüşmemizi ahirete talik etmişti. Mehmet Ali Bey’i aradığımda “Babamın naaşı elimde, yıkamadan aldık, arabaya koyuyoruz” dedi.
Ulaşabildiğim birçok ile ve Üstadımızın saff-ı evvel bazı talebelerine haber verdim. İl merkezi ve bütün ilçelere ulaştık. Oğlu Mehmet Ali Bey, daha sonra tekrar aradı, cenaze ve gelen misafirlerle ilgili istişare ettik. Çok kalabalık olacağı belli idi. “Biz maddî ve manevî her şeye hazırız!” dedim.
Beklediğimiz gibi oldu. Onbinlerce kişi bir anda Konya’ya aktı. Mahşerî bir kalabalığın omuzlarında Üstadımızın talebesi ve öz kardeşi Abdülmecid Ağabey’in Üçler Mezarlığı’ndaki kabrinin hemen yanına defnettik.
Rabbim şefaatine nail etsin...
Türkmenoğlu Ağabey, Hafız Ali sâfiyetinde temiz kalpli ve selim fıtratlı idi.
Konya Yeni Asya Bürosunun ders kürsüsü ona çok aşina idi... Yeri boş kaldı!
Ama inanıyoruz ki, Nur’un genç kahramanları, bir Abdurrahman’ın vefatına bedel, yirmi dirilecekler ve o vazifeyi bîtamamihâ yapacaklardır.
Onun cenazesine gelenlerin ekseriyetle gençler olduğunu müşahade ettim. Onbinlerce kişi onun temiz kalbine şahitlik etmişti.
Cenazesine Edirne’den Van’a, Hatay’dan Trabzon’a kadar bütün illerden insanlar katılmıştı...
Üstadımızın hayatta kalan talebelerinden Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Mehmet Fırıncı, Abdülkadir Badıllı, Mazhar İyidöner ve Hasan Helvacılar gibi ağabeyler cenazesine katıldılar.
Cenaze merasimi, Nur talebelerinin bir kongresi gibi oldu.
Cenazeden sonra Fırıncı Ağabey’le bir iki saat sohbet etme imkânı oldu. Ben orada, Türkmenoğlu Ağabey’in altı aylık hastalığı için ‘Keffâretü’z-zünub olur inşaallah’ ifadesini kullandığımda, cümlemi tashih ederek “Kardeşim, Türkmenoğlu’nun günahı yok denecek kadar azdır. O hastalık, onun için terfîdir. Cennetteki makamını yükseltmiştir” demişti.
Türkmenoğlu Ağabey’in şahsı, bütün meşrepleri bir araya getirmişti... Vefatı ile yine hizmet etmişti.
Mevlüt Güven Hocamız, hem cenaze namazını kıldırmış, hem de defin esnasında okunan duâyı yapmıştı. Yusuf Günlüce Hoca’nın kendine ait şark üslûbu ile yaptığı kalbî duâ, çok tesirli idi. Kendim dahil herkesin ağladığını müşahade ettim.
Halil Uslu Ağabey, Konyalılar adına kısa bir ‘hoş geldin’ takdimi yaptı. Üstadımızın saff-ı evvel talebelerinden Fırıncı Ağabey, diğer ağabeyler adına kısa bir konuşma yaptı. Daha sonra bütün ağabeyler, Selimiye Camii’ne gelerek Üstadımız ve Türkmenoğlu ile ilgili hatıralarını anlattılar.
Türkmenoğlu Ağabey hakkında çok şey söylenebilir. Üstadımızın duâsına ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Üstadımızın “Dört Mustafası”ndan birisi Türkmenoğlu’dur. Farkında olmadan ve daha mahiyetini de idrak etmeden büyük bir hizmeti omuzlarında görmüştü. Kıyamete kadar okunacak olan Risâle-i Nur’lar ilk defa onun daktilosundan Lâtin harflerine dönüşmüştü. Yıllarca, ekmeksiz, susuz ve uykusuz kalarak bu hizmeti yapmıştı. Üstelik çoğu zaman tek başına kalmıştı! Risâle-i Nur’lar ilk defa matbaalarda onun eli ile basılmıştı. Bunlar Risâle-i Nur’da da anlatılır.
Bunun ötesinde “En çok hapis yatan nur talebesi” ünvanının sahibi idi. Bunu hiç kabul etmedi. Kendisi ile birlikte hesab ettiğimizde “Bu kadar ediyor mu gerçekten!” diye hayret etti. “Ama yine de sen yazma!” demişti. İzmir’den Salihli’ye, Erzurum’dan Ankara’ya ve Mersin’e kadar hapis yatmadığı yer yoktu.
Üstadımız ile ilgili enteresan hatıraları var. Aslında çoğunu hatırlayamıyordu. Bir kısmını da tevazu ve mahviyetinden ötürü dile getirmiyordu...
Konya’ya yeni geldiğim zaman, hep ders kürsüsünde kendisinden enteresan hatıralar dinlerdim. Herhangi bir meseleye binâen Üstad ile ilgili hatırasını anlatır, şahit gösterirdi. Anlattığı şeylerin kayıtlarda olmadığını yakînen biliyordum, çünkü tamamen farklı şeylerdi. Genç kardeşlere ısrar ettim: “Yazın, gazeteye gönderin, sadece bir il değil, umum istifade etsin...” diye. Sonunda iş bize kaldı, kendisi ile istişare ederek, hatıralarını tek tek kayda aldık. Gazete’de yayınlandı. Sonra Oğuz Umurca Ağabey aradı, “kitaplaştıralım” dedi. Kendisine,“Ağabey siz yapın, ben de yardımcı olayım” dediysem de “Sen yapacaksın!” deyince tekrar mecbur kaldık ve onun hatıraları kitaplaştı.
Hakikaten Üstaddan ve Risâle-i Nur’dan başka dünyası yoktu. O değerlere gelecek en ufak itiraz, onun dünyasında bir anda atom bombası etkisi yapardı. Bize bu noktada ‘numûne-i imtisâl’ oldu.
Mustafa Türkmenoğlu Ağabey, hatıraları ve hizmetleri ile hep içimizde yaşayacaktır.
Ahirete irtihal eden diğer bütün ağabeyler gibi onu da kalbimizin en müstesna köşesine yerleştirdik!
Güle güle ağabey, kabrin pürnur, mekânın Cennet olsun...
Üstadımıza en candan ve en kalpten selâmlarımızı iletin...
|