Sayın Abdullah Gül’ün Anayasa Mahkemesinden dönen Cumhurbaşkanlığı macerası milletimizin kafasını karıştırdı. Hukuk tarihine geçecek ibret dolu bir kararla Mecliste yapılan oylama geçersiz sayıldı. Güya toplantı yeter sayısı bulunamamışmış.
Fakat geçen zaman içerisinde başörtüsü konusunda Sayın Gül öyle lâflar etti ki seçilemediği için önce üzüldüğüm halde sonradan belki böylesi daha iyi oldu demeye başladım. Zira bu konu büyük bir yara olmaya hâlâ devam ediyor. Ateş düştüğü yeri yakar. Yıllarca bu konuda muzdarip olmuş ben ve cefakâr milletimiz, derin güçlerin meydana çıkardığı sıkıntıları göğüslemeğe devam ediyoruz.
Bir hocamız “Başörtüsü teferruattır” diyerek vicdan özgürlüğüne indirilen darbelere dolaylı da olsa destek olmuştu. Şimdi Gül de öyle sözler söylüyor ki sadece dindar insanlar rencide oluyor. Sanki bu zulmü devam ettirenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Adalet kurumu son dönemde çok yıpratıldı. Gerçi İstiklal Mahkemeleri esnasında olduğu gibi önce infaz edilip sonra yargılama yapılmıyor, lâkin akıl almaz kararlar, siyasî kaygılar nedeniyle verilebiliyor.
Anayasa Mahkemesinin kararından 4–5 yıl önce bu sefer Danıştay’ın ilginç kararlarına şahit olmuştuk. Konunun içinde kendim de dâhil olduğum için bu kararları hatırlayarak atalarımızın “etme bulma dünyası” tabirinin ne derece doğru olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Askeriyeden ayrıldıktan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışmaya başladım. O zaman Sayın Erdoğan Başkanlık yapıyordu. Ben ve sayısı yirmiyi aşkın asker kökenli arkadaşım zor şartlar altında hizmet etmeye başladık. Zor diyorum zira önceki yönetim zamanında arpalık olarak yerleştirilen onca kişi belediyeyi talan etmeye devam ediyordu. Bunların tahribatını yeni yönetim ile birlikte azaltmaya çalıştık. Sonunda yolsuzluklar azaldıkça icraatlar parlak bir biçimde görünmeye başladı.
Zaten Erdoğan’ın başbakan olmasında bu dönemde yapılan çalışmaların büyük payı vardır. Her ne ise, 28 Şubat sürecine girince işler aynen şimdiki gibi tuhaflaşmaya başladı. Önce bizim işimize son verdiler. Sebep ise Askerî Şûrâ kararları ile askerlikten atılanlar memurluk yapamazlarmış.
İnanın bu hususu izah etmede çok güçlük çektim. Hani YAŞ sebebi ile işimizden gücümüzden olmayı anlatabiliyorduk da Erdoğan yönetimindeki bir belediyeden atılmayı izah etmekte zorlanıyorduk.
İdarî Mahkemeler imdadımıza yetişti. Yapılan haksızlığı, verilen yirmiyi aşkın kararla bozdu. Yeniden belediyede çalışmaya başladık. Bu arada iki yılı aşan bir zaman geçmişti birçok arkadaş gibi ben de maişet derdi yüzünden yeni bir mesleğe girmiştim. Halen de bu işi sürdürüyorum.
Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna olmuştu. Fakat yönetimde hâlâ Erdoğan ve ekibi bulunuyordu. Gürtuna, Erdoğan’dan daha fena bir icraat yaptı. Gitti bizleri Danıştay’a şikâyet etti. Halbuki mahkeme kararlarını temyize götürme zorunluluğu hiç yoktu.
Bazı kişiler kraldan fazla kralcı olurlar. İşte biz yeniden mahkemelerde sürünmeye başladık.
Danıştay kendi vermiş olduğu kararlar da dâhil olmak üzere yirminin üzerindeki mahkeme kararını bozdu. Biz de yeniden işten atılmak zorunda kaldık iyi mi…
Allah bir kapı kapar bin kapı açar misali bir çok asker arkadaşım gibi ben de yeni mesleklere döndüm. Fakat yapılan onca haksızlığı da yaşamış olduk.
Yahu korkuyorsun anladık, işimize son verdin. Peki, lüzumsuz yere niçin bizi Danıştay’a gönderiyorsun. Orada çıkacak kararı tahmin edemiyor musun?
Şimdi onlar da anladı Türkiye’de hukuk sistemi nasıl işliyor. Ama biraz geç oldu. İşte sevgili okuyucular Gül’ün başına gelen adalet kazığını biz daha önce yemiştik. Araplar “men dakka dukka” derler. Yani “çalma kapıyı, çalarlar kapını” mânâsında bir söz. Sen, bu insanlar ne yer, ne içer demeden işinden gücünden et. Sonra aynı haksızlığı sana yaptıkları zaman bağırıp çağırıp konuşmaya başla. Var mı böyle şey Allah aşkına…
21.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|