Bugün İslâm âleminde olan vahim olayların sebeplerini Müslümanlara soracak olursak “Başımıza gelen bu musibetlerin sorumlusu sömürgeci Batı ve onun kuklalarıdır” diye cevap verecek olanların sayısı oldukça yüksek olacaktır.
Oysa ki, zilletin sebeplerini daimî olarak sömürgeci ve diktatörlerin üzerine atmak, mesuliyetten kaçmak demektir.
Bir kavim, kendinde olan kötülükleri değiştirmediği sürece, başına musibetlerin geleceği mücerreptir. Kur’ân âyetinin de ikrar ettiği gibi, başımıza gelen musibetlerin sebebi kendi nefislerimizdir. İnsanları yoldan çıkarmak üzere ahd eden şeytan dahi, “La telumuni velumu enfüsekum-beni değil kendinizi kınayın” diyor.”
“Cennetin kapıları kılıçların altındadır” hadis-i şerifine kulak verip silâha sarılan, hatta bu silâhı din kardeşine, suçsuz insanlara çeviren ve kendilerine Fethü’l İslâm, Cündü’l İslâm gibi isimler verenler, Peygamber Efendimizin (asm) bir savaştan dönerken, “Biz şimdi küçük cihaddan, büyük cihada dönmüş bulunmaktayız” diye işaret ettiği İslâmın esas öğretisi olan nefis mücahedesini unutmuşlardır maalesef.
Nefisler terbiye edilmeden dine ve vatana hizmet edilemez. Aklı ilim ve irfanla nurlandırmadan, kalbi masivadan temizlemeden, güzel ahlâk elbisesi giymeden izzet ve şeref sahibi olunmaz.
İslâm dini kılınçtan çok doğruluk ve dürüstlük abidesi olan Müslüman tüccarlar vasıtasıyla yayılmıştır. “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diye buyuran Efendimiz “Sizin imanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır,” “Allah Teala’ya kullarının en sevgilisi, ahlâkça en güzel olanıdır” diye buyurup güzel ahlâkın İslâm dinindeki önemini beyan etmiştir.
İslâmı şekle bağlayıp hatalara düçar olanlar olduğu gibi, Efendimizin güzel ahlâk çağrısına candan kulak verip, ümmetin içine düştüğü acı hale bu yolla çare arayanlar da var hamd olsun. Bunlar, İslâmın yüce değerlerine dönülmediği sürece kurtuluşun gerçekleşmeyeceğine kanaat getirmişler ve bunun için hummalı bir çalışma başlatmışlardır.
Güzel ve müjdeli haberlerin yayılmasına inandığımdan, bu makalemde Kuveytli bir grup aydının başlatmış olduğu ‘Rikaz’ hareketini tanıtmak istiyorum. Belki benzeri bir hareket Türkiye de de başlatılır. Kim bilir?
Arapçada rikaz kelimesi yerin derinliklerinde gizli olan altın ve gümüş gibi değerli madenlere verilen isimdir. Ali Hüseyin el Acmi ve Dr. Muhammed Awadi başlatmış oldukları İslâm ahlâkını yayma hareketine ‘Rikaz’ adını verirken, insanın fıtratında bulunan, ancak çeşitli sebeplerle gün yüzüne çıkamayan güzel ahlâkı kıymetli madenlere benzetmiş olmalarından dolayıdır.
Bu aydınlara göre, kıymetli madenlerin ortaya çıkması için mahir madencilere ihtiyaç duyulduğu gibi, insan nefsinin derinliklerinde bulunan güzel ahlâkın ortaya çıkarılması için de eğitimcilere ve bunların itinalı çabalarına ihtiyaç vardır.
Üç yıl önce küçük bir katılımcıyla başlatılan Rikaz hareketi, bugün büyük alışveriş merkezlerinde, üniversite ve liselerde, hapishanelerde, hatta askeriyede binlerce kişinin katılımıyla yürütülmektedir. Siyasetten uzak manevî bir hareket olan Rikaz, devletin ve el-Vatan gibi büyük bir medya kuruluşunun bilfiil desteğini almaktadır.
Yenilikler çağında hitap usullerinin de yenilenmesine gerek duyan bu aydınlar, alışılagelmişin dışına çıkmışlardır. Vaazı cami dışına taşıyarak, özellikle gençlerin ayağına giderek anne ve baba hakkı, iffet, doğruluk, çalışkanlık, sıla-i rahim gibi yüce değerler üzerine halka açık forumlar yapmakta, akabinde ise yarışmalar ve eğlenceler düzenlemektedirler. Böylece, hem toplumun susamış olduğu yüce ahlak dersleri alınmakta, hem de hoşça vakit geçirilmektedir.
Ardında maddî bir çıkar olmadan, tamamen insana yönelik olarak başlatılan harekete gösterilen rağbet giderek artmakta. Öyle ki halkın bu ilgisi hareketin ününü Kuveyt dışına da taşıdı. Rikaz hareketini yakından izleyip bu tecrübeden istifade edenler, Yemen, Ürdün, B. Arap Emirlikleri, Katar, S. Arabistan da benzeri hareketler başlatmışlardır. Bundan başka, Belçika Müslümanlarından Rikaz’a davet yapılmış ve bu hareketin Avrupa Müslümanlarına kadar götürülmesi istenmiştir.
28.07.2007
E-Posta:
|