Ülkemizde hürriyet ve demokrasi sürecini inkıtaa uğratan darbeler zincirinde önemli halkalardan birini oluşturan 31 Mart olayının, hürriyet mücadelesine verdiği zararları Bediüzzaman Münâzarât'ta şöyle özetliyor (s. 53):
“Garazkâr cerîdeler hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrûtiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar.”
O zaman bir İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti mensubu olarak hürriyetçi Ahrar Fırkasını destekleyen Said Nursî’nin, araya giren savaş, esaret, millî mücadele, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçiş ve cumhuriyet adı altında kurulan tek parti diktatörlüğü yıllarından sonra, 1950’de başlayan çok partili demokrasi devrinde bu tavrını Nur talebelerinin demokratlara desteği şeklinde devam ettirdiğini biliyoruz.
Onun 31 Mart sonrası için çizdiği tablonun, 27 Mayıs’ı ve sonrasındaki diğer darbeleri takip eden dönemlerde defaatle tekrarlandığını da.
Gerçekten, darbe ve müdahale ortamlarında, “garazkâr medya”nın tarafgir, kafaları karıştıran ve maksatlı yayınları, her defasında “hakikî hürriyetin sadâsını susturdu.” Meşrutiyet, yani demokrasi fikri ve ideali “pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldı.”
Darbeler silsilesinin günümüzde aldığı şekil ise, sürece yayılan sürekli bir müdahale ortamına dönüştü. 12 Eylül anayasası ile tesis edilen düzen, bunun kurumsal yapısını oluşturdu ve bu durum çeyrek asırdır hâlâ düzeltilemedi.
Hayatımızın en kritik ve duyarlı alanlarında yol açtığı tahripkâr sonuçlarla on yılı aşkın süredir devam eden 28 Şubat’ın dayanağı da 12 Eylül'ün kurduğu düzen.
Bu süreç, haliyle siyasetteki gelişmeleri, hattâ seçim sonuçlarını dahi etkiliyor. 1999, 2002 ve son olarak 2007 seçimlerinden çıkan neticeler iyi analiz edildiği takdirde, 28 Şubat’ın doğrudan veya dolaylı etkileri mutlaka görülecektir.
Son dönemlerde bu etkilere dış faktörler de ilâve oldu. Özellikle küresel sermayenin sandıktan çıkacak tabloyu şekillendirmeye yönelik manipülasyonlarının ne kadar etkili olduğunu, 22 Temmuz seçiminde açık bir şekilde gördük.
İşte bütün bu hengâmede en büyük zararı, her defasında sadâsı susturulan hakikî hürriyet ve pek az adamın üstüne münhasır kalan demokrasi gördü. Hürriyet ve demokrasi fedakârları sağa sola dağıldı. Kimi başka adreslere giderken, kalanlar da fazla bir varlık gösteremedi.
22 Temmuz tablosu bu açıdan da anlamlı.
Ancak bu durum, misyonun sadık ve fedakâr takipçilerini “Öldük, bittik, artık iflâh olmayız” kabilinden bir karamsarlığa asla götürmemeli.
Kökü bir asır önceki Ahrar hareketine dayanan; sonraki çalkantılı devirlerde, tek parti ve ihtilâl dönemlerinde varlığını bir nüve olarak hep koruyan; şartlar uygun hale geldiğinde her an gelişip serpilmeye müsait olduğunu şimdiye kadar defalarca ispatlayan bir misyon ölmez.
Bu bakımdan, Burhan Özfatura’nın “Partilerin politik hayatında inişler çıkışlar vardır. DP askerî darbelerde bile hayatiyetini hiçbir şekilde kaybetmedi. Allah’ın izniyle mücadeleden yılmak yok” değerlendirmesiyle ortaya koyduğu kararlı tavır, bilhassa şu günlerde çok önemli.
Bu tavır, dağılan fedakârları toparlayacak bir sinerjiyle birleştiği an misyon yine ayağa kalkar.
28.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|