Bediüzzaman, insanın alâkadar olduğu alanlardan “dar daire” diye tavsif ettiği dairede, doğrudan bizi ilgilendiren çok büyük ve önemli vazifeler bulunduğunu; “geniş daire” diye isimlendirdiği alanda da bizi ilgilendiren ve yapmamız gerekli vazifelerin ya hiç veya çok az bulunduğunu beyan ediyor. Yani küçük dairede büyük ve önemli vazifelerimizin bulunduğunu; büyük gibi görünen dairelerde de çoğu zaman cüz’î ve basit vazifelerimizin bulunabileceğini haber veriyor.
Bu önemli ve enteresan tesbitlerden sonra da büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle günümüzde çoğunlukla insanların bu dairede olup biten olaylara merakla baktıklarını, kendilerini hiç alâkadar etmeyen, malâyâni, boş, hatta zararlı meselelerle meşgul olduklarını söylüyor.
Büyük ve cezbedici dairede vukû bulan olaylara kapılarak, orada olup bitenleri merakla takip eden insanlar, bunun bir sonucu olarak “dar daire” diye isimlendirilen fakat doğrudan kendilerini ilgilendiren, yapmakla mükellef bulundukları önemli vazifelerini ya aksatıyor veya hiç yapmıyor.
Yüce Allah’a karşı vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirmekte acz ve tembellik içinde olan, fakat kurtuluşu siyasî arenada arayan ve bütün gayretini ve mesaisini siyâsî meselelere sarf eden bir çok ehl-i dinin, bugün içinde bulundukları tezatları ve çıkmazları üzülerek seyrediyoruz.
Dindar ve muhafazakâr görünümlü insanlarımızın, dine hizmet etmek niyetiyle siyasete girip, arzuladıkları makamlara geldikten sonra dine ve dindarlara hizmet etmeyi unuttukları gibi, kendi dinî yaşantılarında dahi gerilediklerine çokça şahit oluyoruz.
Bu meyanda şahsî ibadetlerinde istenilen dikkat ve titizliği gösteremeyen, dinî yaşantılarında gerekli hassasiyeti göstermekten çok uzak bir hal içinde olan, helâl-haram sınırını pek dikkate almayan bir çok ehl-i dinin, kendi durumlarını görmezden gelerek, ülkeye, hatta dünyaya nizâmât vermeye kalkışmaları da, geniş dairedeki olaylara kendini kaptırmanın garip bir hâli olsa gerek.
Bu asrın bu garip durumunu çok iyi tesbit eden Bediüzzaman “dindar insanların genellikle siyasetçi olmadıklarını; siyasetçi insanların da ekseriyetle tam dindar olamayacaklarını” beyan ederek dinî bir yaşantıyı tercih eden insanların bu zamanda siyasete fazlaca yönelmemelerini tavsiye ediyor.
Tabiî insanları aslî vazifelerinden uzaklaştıran, boş, mâlâyâni meselelere sevk eden yalnızca siyasî meseleler değil. İnsanların zihinlerini dağıtan, fikir ve düşüncelerini müşevveş hâle getiren bir çok iş ve meşgale mevcut bu zamanda.
Bu asırda kimisi maç bağımlısı; kimisi lüks bir yaşantı bağımlısı; bazıları para-pul, mal-mülk aşığı; bazıları makam-mevki, şan-şöhret meraklısı...
Günümüz insanı, yüce Allah’ın paha biçilmez birer nimet olarak verdiği aklını, kalbini, zihnini hiçbir önemi ve faydası olmayan, boş, zararlı meşgalelere yönlendirerek zarara kendi rızasıyla girmiş oluyor.
İnsan olarak sosyal bir yönümüz de var elbette. Ailemizle, mahallemizle, şehrimizle, ülkemizle, hatta üzerinde yaşadığımız dünyamızla bile bir bağımız var, bir münasebetimiz var. Ölçüyü kaçırmamak şartıyla buralarda olup biten olayları da takip edebiliriz. Ama bize ait, doğrudan bizi ilgilendiren vazifelerimizi ve yükümlülüklerimizi unutmamak kaydıyla.
Şu geçici dünya üzerindeki hiçbir olay, hiçbir hadise uhrevî hayatımızı ilgilendiren, Allah’a karşı olan vazifelerimiz kadar önemli değildir. Bilinmelidir ki, dünya üzerinde vuku bulan hangi mesele, hangi haber veya hadise olursa olsun, eğer bunlar Allah’a karşı kulluk vazifelerimizi unutturup, onları ifa etmekten bizi alıkoyuyor ise kendi açımızdan bu durum, hayra alâmet değildir.
Bizi hiç mi hiç alâkadar etmeyen âfâkî, lüzumsuz meselelere kendimizi kaptırıp, olup biten olayları merakla takip etmenin, yapmakla mükellef bulunduğumuz önemli kulluk vazifelerimizi arka plana ittiğini akıldan çıkarmamak gerekir diye düşünüyorum.
22.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|