Şahs-ı mânevînin üstadlığı bize kâfîdir
Ey Risâle-i Nur’un kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim!
Şahsiyetim itibarıyla sizin ziyade hüsnüzannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zatlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusuratla âlûde mahiyetim görünse, bana acıyacaksınız. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.
Ben size nispeten kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesâi kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı manevinin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.
Hem madem bu zamanda herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir. Hem kemiyet ise, keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risâle-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsnüzan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakkî etmeliyiz.
Kastamonu Lâhikası, s. 61
***
Aziz, kıymettar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim,
Fihristeyi, taksîmü’l-â’mâl tarzında mütesânid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir üstad buldunuz. O mânevî üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.
Kastamonu Lâhikası, s. 17
Lügatçe:
hüsnüzan: Bir kimse veya birşey hakkında güzel düşünme, iyi zan.
hakikatbîn: Hakikati gören.
âlûde: Karışık, bulaşık, birlikte.
fevkinde: Üstünde, yukarısında.
taksimü’l-mesâi: Mesailerin tanzimi ve ayarlanması.
tesanüd: Dayanışma.
hâsıl: Ortaya çıkan, meydana gelen.
şahs-ı manevî: Manevî şahıs; belli bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs.
irşad: Doğru yolu gösterme.
kemiyet: Adet, miktar, sayı.
keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, hal, durum, vaziyet, nitelik, kalite.
muvakkat: Geçici.
mütehavvil: Bir halde durmayıp başka hale giren, değişen.
hidemat-ı imaniye: İman hizmetleri.
mikyas: Kıyas edecek âlet, ölçü.
medar: Dayanak noktası, sebep, vesile.
müfritane: Müfrit bir şekilde, aşırı derecede.
âlî: Yüksek.
terakkî: İlerleme, gelişme, yükselme.
taksîmü’l-â’mâl: İş bölümü, vazife taksimi.
mütesânid: Birbirine dayanıp, kuvvet alan.
|