1946 seçimiyle girilen çok partili demokrasi döneminin 16. seçimi için bugün sandık başına gidiyoruz. Vereceğimiz oylarla yeni bir parlamento oluşturacağız. Tercihlerimizin dağılımı ise bu Meclisteki iktidar ve muhalefet kompozisyonunu yeniden şekillendirecek.
Öncelikle şunu ifade etmek lâzım: Bizi yönetecek olanları oylarımızla belirlememize imkân veren seçim, büyük bir nimet. Kıymetini bilmemiz ve hakkını vermeye çalışmamız lâzım.
Unutmayalım ki, 1946 öncesinde bu imkândan mahrumduk. Tek parti döneminde seçim adı altında yapılan iş, rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlediğimiz üzere, devrin en tepedeki iki yöneticisinin bir araya gelerek belirledikleri isimlerin “seçtirilmesi”nden ibaretti.
1946’daki seçimlere ise “açık oy, gizli tasnif” skandalının gölgesi düştü. Ve 27 yıllık tek parti sultası bu sayede ömrünü biraz daha uzattı.
1950’de yapılan ilk hür ve serbest seçimle bir devir kapanıp yeni bir devir açıldı. Gerçi seçim sonuçlarından, daha doğrusu halkın, oylarıyla kendilerini devredışı bırakmasından rahatsız olanlar, bu rahatsızlıklarını zaman zaman seçimle gelmiş yöneticileri silâh zoruyla alaşağı etme noktasına da vardırdılar. Ama sonrasında yine sandığı ortadan kaldıramadılar.
Buna karşılık, milletin kafasını karıştırmaya ve sandıktan kendi hesaplarına uygun sonuçlar çıkarmaya yönelik değişik tertip ve tezgâhlar içine girdiler.
Özellikle 12 Mart 1971 muhtırasından bu yana yapılan her seçimde bunun farklı örneklerini gördük, halen de görmeye devam ediyoruz.
Herşeye rağmen hür ve serbest seçim büyük bir nimet ve imkân. Ama isabetli sonuçlar vermesi için, seçim yapılırken kullanılan sistem, yöntem ve kuralların da, yine müdahale dönemlerinde bunlar üzerinde yapılan tahribat ve dejenerasyonun tortularından arındırılıp, millet iradesinin sağlıklı şekilde yansımasına imkân verecek tarzda düzeltilmesi gerekiyor.
Aynı durum, “demokratik parlamenter sistemin vazgeçilmez unsurları” olarak nitelenen siyasî partilerdeki iç işleyişin demokrasi kurallarına uygun hale getirilmesi için de söz konusu.
Bu itibarla, her seçimde adaletsiz sonuçlar doğuran seçim ve partiler kanunlarının düzeltilmesi, artık daha fazla ertelenemez bir zorunluluk.
Türkiye’de seçimin bir diğer özelliği, seçilerek iktidar gücünü elde edenlere, “bürokratik oligarşi” olarak da ifade edilen “atanmışlar sultası” karşısında fazla inisiyatif verememesi. Anadolu’dan alınan oyların, seçilenleri Ankara’da gerçek anlamda iktidar yapmaya yetmemesi.
Bunun önemli sebeplerinden biri, sivil toplum bilincinin oluşmaması. Ve bunda, partilerin iç yapısında tabanın iradesinin hakim olmasını engelleyen antidemokratik düzenlemelerin hâlâ aşılamamış olması da çok büyük pay sahibi.
Umalım ki, bugün oylarımızla şekillendireceğimiz Meclise girecek partiler ve milletvekilleri öncelikle bu meselelerin çözümünü gündeme alsın ve cumhurbaşkanı seçimini hayırlısıyla hallettikten sonra ilk iş olarak anayasa ile seçim ve siyasî partiler kanunlarını düzeltsinler.
Sandıkta yapacağımız tercihin, tuzakları bozup bu reformlara imkân vererek demokrasinin önünü açacak bir sonuç getirmesi dileğiyle.
22.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|