AKP’nin hesabı, genel seçime cumhurbaşkanını seçerek normal zamanında gitmek ve böylece hem Çankaya’ya kendi içinden birini çıkarmış, hem de beş yıllık seçim süresini tamamlayıp bir rekora daha imza atmış bir iktidar partisi olmanın rüzgârıyla seçmenin karşısına çıkmak suretiyle gücünü arttırmaktı.
Ama bu hesap tutmadı. Yürürlükteki ihtilâl anayasasına, vakti gelince ve ihtiyaç oldukça kullanılmak üzere gizlenmiş pek çok tuzaktan biri olan 367 engeline takıldı. Sonrası mâlûm.
Bir anda Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi gibi devletin kilit kurumlarını karşısında bulan AKP’nin bu duruma ilk tepkisi “mağduriyet” moduna girip başkalarını suçlamak oldu.
Cumhurbaşkanı seçimi sürecindeki kendi hatalarını bu yolla ustaca örtmeyi ve ortaya çıkan sonucun faturasını da özellikle DYP ile ANAP’a yıkarak işin içinden sıyrılmayı denedi.
Ardından, düşürüldüğü 367 tuzağına misilleme olarak, cumhurbaşkanını halkın seçmesini ve toplantı yetersayısının 184 olarak kesinleştirilmesini öngören bir anayasa paketi çıkardı.
Ama bunu da bir bütünlük içinde yapamadı.
Paketin içinde yer alması gereken ve referanduma gitme süresini 120 günden 45 güne indiren düzenlemeyi bilâhare ayrı bir fasıl olarak tedavüle sokması bunu gösteriyordu.
Neticede çıkardığı paket veto engelini aşıp Anayasa Mahkemesinden de beklenmedik bir şekilde vize aldı, ama açıkça görünen o ki yeni cumhurbaşkanının seçiminde bir işe yaramayacak.
Referandum süresini kısaltmak için çıkardığı kanun da vetolu vaziyette rafa kalkacak.
Yani, iki buçuk aylık bir fırtınanın sonucunda gelinen nokta bu. Bir de, 16 Mayıs’ta süresi dolmuş olan Sezer’in hâlâ Çankaya’da oturmaya devam ediyor olması.
İşin bir diğer enteresan tarafı, Erdoğan’ın bu yeni duruma da kolaylıkla intibak etmiş bir görüntü vermeye başlaması. “Yeni cumhurbaşkanını yeni Meclis seçecek; bu defa uzlaşma arayacağım; elimde liste, aday isimleriyle tura çıkacağım” şeklinde açıklamalarda bulunması.
Tersinden okunduğunda, 27 Nisan öncesindeki tavrın yanlış olduğunu zımnen itiraf niteliği de taşıyan bu pozisyon değişikliği, aynı zamanda 24 Nisan günü AKP grubunda büyük bir feragat edasıyla aday gösterilen Abdullah Gül’ün de, “Adaylığım sürüyor” şeklindeki ısrarlı beyanlarına rağmen, artık yeni listede yer almayacağının sinyalini veriyor. Çünkü Gül, üzerinde uzlaşılabilecek bir isim olmaktan çıktı.
Sonuçta Gül, yıprandığıyla kalmış oldu.
Öte yandan, Erdoğan’ın bu seferki uzlaşma söylemleri de, öncelikli muhatabı olarak gördüğü Baykal nezdinde olumlu mâkes bulmuş gibi görünmüyor. Bu uzlaşma çağrısına da “takiyye” kuşkusuyla yaklaşan CHP lideri, Erdoğan’ın listeyle gelmesini ise “seçenekli dayatma” olarak niteliyor ve buna da karşı çıkıyor. Dahası, cumhurbaşkanı tartışmasının toplumu çok böldüğü gerekçesiyle, “Sezer gibi Meclis ve siyaset dışı tarafsız (!) bir isim bulalım” diyor.
Bu demektir ki, Erdoğan Dolmabahçe randevusundan sonraki yönelişleri çerçevesinde cumhurbaşkanı seçimi için uzlaşma adresi olarak CHP ile işi bitirme hesapları yapıyorsa, bir kez daha duvara toslaması sürpriz olmayacak.
12.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|