Şarku’l avsat yazarlarından Susan Abtah: “Bugünlerde kendime inanamıyorum. Gözlerimi ovalıyor ve kulaklarımı çekiyorum. Acaba düş mü görüyorum: Türk tarzı İslâmcılar umumun mahbubu ve sevgilisi oldular. Mahbub-u küll durumdalar. Dünya mı değişti ne? Bizim bildiğimiz İslâmcılara hiç benzemiyorlar. Böyle İslâmcılara can kurban’ mealinde bir yazı kaleme aldı (26 Temmuz 2007, Şarku’l Avsat)...
İsrail’in veya bazı batılı kimselerin 22 Temmuz zaferinin hacminden dolayı endişeleri vardı. Ama Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanlarının yeni İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile sarmaş dolaş olmalarından bir iki gün evvel Başbakan bu zaferin İsrail’in aleyhinde olmayacağına dair kendisine teminat vermiş. İsrailliler oldum olası pinpiriklilerdir. Nemden toz kaparlar bundan dolayı denediklerini bir kez daha sınamak isterler. Bu bâbtan AKP’nin zaferinden biraz huylandılar ama çabuk geçti. Onlar bunu bazen baskı namına da yaparlar ki muhatapları çıtayı yüksekte tutmasın.
Mahbub-u küll olmalarında bir bit yeniği yok mu? Herkes AKP’yi takdir ediyorsa o zaman bu zafer kimin zaferi veya kime karşı kazanılmış bir zafer? Susan Abtah da bunun cevabını vermeye çalışıyor. AKP’nin zaferine dışarıdaki laik ve seküler kesimler sevinirken içerideki laik kesimler üzülmüşler. Demek ki kaybedenler içerideki ulusalcılarmış. Bununla birlikte bu son tespit de dört dörtlük değil. Zira Der Spiegel dergisinin de yazdığı gibi AKP son seçimlerde oylarının en az yarısını ‘laik kesimler’den aldı. Bunların ötesinde üss-i zafer veya zaferin zeminine baktığımız zaman bu zeminin pek de metin olmadığını hatta çürük olduğunu görüyoruz. Din ve vicdan hürriyeti noktasında açılım yapılamadığını herkes teslim ediyor. Bu kesimler son bir hamle ile son umutlarını da sandıkta harcadılar. Tam tersine dinî direnci kıran AKP, fiiliyatta veya pratik olarak sefahatı arttırmıştır. 28 Şubat sürecinden sonra dindarlık özentisi kalmamış; aksine özentinin ibresi dünyevileşmeye kaymıştır. Bunda AKP’nin de görünmeyen bir payı ve katkısı bulunmaktadır.
***
Erbakan’ın muhtıraya tepki göstermediğini ve bundan dolayı yollarını ayırdıklarını söyleyen Yenilikçiler, o noktada haklıydılar. Erbakan’ın pasifliği dindarlığa bağlanan umutları söndürmüştür. Ama Yenilikçiler de benzeri bir yüzleşmeyle karşılaşmamak için kendiliklerinden dönüşüm geçirdiler. Bunun adını da “bedel ödememe” koydular. Dolayısıyla Erbakan’a itirazları vicdan rahatlatma derekesinde kalmıştır. Erbakan’a dik durmadığı için başkaldıranlar bu defa bedel ödememe siyasetini realize etmişlerdir. Demek ki; ‘dik durmadı’ gerekçesi AKP’nin varlık sebebi değil bahanesiymiş. Asıl maksat birilerini ürkütmeden ayaklarına kadar gelen şansı değerlendirmek ve iktidara gelmekmiş. 27 Nisan sürecinin rüzgarı da onların yelkenlerini şişirmiştir. Sağlık reformu ve döviz kurlarının sabitlenmesi gibi gerçekten de başarılı icraatları oldu. Bunda tek parti iktidarının da elbetteki payı ve katkısı var. Bunları inkâr edemeyiz. Ama küll olarak ekonomideki başarıları evhamdan ibarettir. Üretime dayalı bir büyüme değil tüketime ve borçlanmaya dayalı kalkınma modeli veya hamlesi gerçekleştirdiler. Dolayısıyla bu büyüme aldatıcıdır. Borç yiyen kendi kesesinden yer. Tek temayüz ettikleri inşaat alanı. Bunu da şişkin hale gelmiş İstanbul merkezli olarak yapıyorlar. Halbuki bu tansiyon hastasının fazladan tuz yemesi gibidir. Artık İstanbul inşaat noktasında istiap hacmini çoktan aşmış, ama varsın olsun; rantçı yandaş iş ve aş bekliyor! Bundan dolayı İstanbul’un gözünün yaşına bakmıyorlar ve talana göz yumuyorlar. Bir deprem olsa İstanbul’da barınacak açık alan kalmadı.
Bunun sonucunda tüketime dayalı fasit bir büyüme modeli gerçekleştirildi. Müteahhitler son model dabbetü’l arz tipli araçlara kurulurken ve üzerlerinde salınırken halk da tüketim kredileriyle ya daire alarak ya da araç alarak borçlandı(rıldı)lar. AKP’nin ekonomik modeli işte budur.
***
Milletin mazisiyle ve geleceğiyle bağını kestiler ve vizyonunu ve ensesini kararttılar. Bunu en iyi analiz edenlerden birisi El Arabia TV’nin Türkiye Temsilcisi Daniel Fettah oldu. Bakın ne diyor: “Çok yakın zamanda Fransa’da Segolene Royal ile Nicolas Sarkozy’nin seçim kampanyasını izledik. Sarkozy ve Royal’in Fransız seçmenlerine nasıl yaklaştıklarını; hangi vaatlerde bulunduklarını gördük. Cumhurbaşkanlığına talip iki lider, Fransız halkına ‘büyük bir halk gibi hitap etti’. Burada ise incir çekirdeğini doldurmayan konulardan, mazot fiyatlarından bahsedildi. Türk halkına çok ucuz vaatler verildi. Bunu Türkiye’ye layık görmedim. Ve çok kızdım...”
Fettah az bile söylüyor. Seçimlerin malzemesi mazot muhabbetine ilaveten birilerinin çocuklarının aldığı gemiler ve başbakanın taktığı saatin kıymetiydi. Ve bundan dolayı, seçimin üss-i zaferi bir illüzyondan ibarettir.
27.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|