Beşeriz, şaşarız, hissî olabilir, yanlış düşünebilir, aldanabiliriz. Gerek telefon ve gerekse e-posta yoluyla gönderilen “insafsız ve sınırı aşan” bazı eleştiriler sebebiyle, siyasî sarsıntı ve çalkantının arkasında Risâle-i Nur’u anlama veya yorumlama farkının dışında, başka sâikler de bulunabilir mi diye düşündüm. Bunun özü, Bediüzzaman’ın şu tesbit ve ikazlarında saklı:
“Kur’ân-ı Hakîmin tilmizlerini-talebelerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır.”1 Demek ki, Kur’ân talebeleri ve hizmetkârları da aldanabilir! Hatta, nice İslâm âlimi, “ifsat komiteleri”nin oyununa geldi, niceleri deccale duâcı, destekçi oldu ve niceleri halen de oluyor! Acaba Risâle-i Nur gibi bir kaynaktan beslenen “talebe ve hizmetkârlar” aldanabilirse; tek kaynağı televizyon ve eyyamcı medya olan halk ne yapar? Takip edelim:
“Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen, hizbü’l-Kur’ân’ın fedakâr hâdimlerini hubb-u cah vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o mânevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar… Hubb-u cah, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır. Yani, bir insanı yakalamak ve kendine çekmek, onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onunla onu mağlûp eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhâdın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı biçare dostlarımı o sûretle çektiler, mânen onları tehlikeye attılar…
“İnsandaki tembellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade eder. Evet, şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler. Arkadaşlarımızdan metin kalbli, sadakati kuvvetli, niyeti ihlâslı, himmeti âlî gördükleri vakit başka noktalardan hücum ederler. Şöyle ki: İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onların tembelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazifedarlıklarından istifade ederler. Onlar, öyle desiselerle, onları hizmet-i Kur’âniyeden alıkoyuyorlar ki, haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur’âniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki, hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin. Ve hâkezâ, bu hücum yolları uzun çeker.”2
Haberi olmadan verilen işler, cazibedar makamlar, imkânlar vs. karşısında, samîmî olan şöyle düşünmez mi? Üstad’a, “birlikte çalışmak” teklifi altında, aslında sus payı olarak neler teklif edildi? Milletvekillik, genel vaizlik, diyanet azalığı, Said Halim Paşa Köşkü ve 300 sarı altın lira (bir hesaba göre 40 milyar lira civarında!). O reddetti ve ehl-i dünyaya çalışmadı! Ve şöyle düşünmeli:
Üstada teklif edildi de, talebelerine teklif edilmiyor mu? Acaba kaçımıza neler teklif edildi, hangi cazibedâr şeyler gösterildi? Bana yapılan teklifleri siz bilemezsiniz. Haberim olmadan gösterilen cazibedar şeyleri ben de bilemeyebilirim, siz de! Bana sorsanız, söylemem! Size sorsam, siz de söyleyemezsiniz! Bir şeye daha dikkat kesilmeliyiz:
“Rahîm, hem Kerîm olan Cenâb-ı Hakkın rahmetini itham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir sûrette, gayr-ı meşrû bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir! Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır…”3
Siz “ifsat komitelerinin”, haberim olmadan beni nasıl aldatmaya kalkıp, cazibedar teklifler yaptıklarını; fütur vermek için ne türlü iftira, yakıştırma veya korkutmacalarda bulunduklarını bilemezsiniz… Allah selâmet versin; Nur dairesinde bulunan, ehl-i hizmet, çok yakın bir akrabama nasıl çengel attıklarını; onun da beni sürüklemek için etrafımda nasıl dolandığını; 1997 Müslim-Fadime provokasyonunda müridleri arasına karıştırılıp nasıl kullanıldığını siz bilemezsiniz; ben de söylemem! 1980 darbesi öncesinde yapılan hazırlıkları ve teklifleri birçoğunuz bilir. 1990 başlarında Körfez işgalini övmeleri için gazetecilere paralar (her yazara 20’şer bin dolar) yedirildiği yazıldı-çizildi.
Kimi zaman, “Hubb-u cah (mevkî, makam sevgisi), havf (korku) damarı, tama (aşırı açgözlülük, maişet noktasında hırs), asabiyet/milliyetçilik damarı, enaniyet” yönlerinden nasıl hücumlara hedef olduğumuzun farkına varmayabiliriz.
Hizmetimizin anahtar kelimelerinden en önemlileri “ihlâs, sabır, sebat, sadakat, fedakârlık ve tesanüd” olduğunu unutmayalım.
Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 401.; 2- A.g.e., Mektubat, s. 401, 414.; 3- A.g.e, Mektûbât, s. 406-407.
27.07.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|