İhtilâllerin ülkeye verdiği maddî zararın yanında, insanlara verdiği ‘manevî’ zararlar da vardır. Maddî zararlar bir şekilde telâfi edilebildiği halde, sinelerde açılan manevî yaraların telâfisi daha zor olmaktadır.
12 Eylül 1980 ihtilâlinin Türkiye’ye verdiği maddî zarar ifade edilirken, “En az 30 yıl geriye gittik” denilir. Türkiye’nin maddî anlamda kalkınmasına en büyük darbelerin, sözkonusu ihtilâllerle vurulduğu genel kabul gören bir tesbittir. Öyle ki, ihtilâle imza atan ‘Netekim Paşa’ bile “İhtilâller çare olmadı” itirafında bulunmuştur.
Yaşanan açık ve gizli ihtilâller bir arada düşünüldüğünde, Türkiye’nin ilerleyememesinin sebebi anlaşılır. Buna rağmen, Türkiye ve dünya gerçeklerinden habersiz olan bazı ‘aydın’lar, bu gerçeği gizlemek pahasına; ‘inanç’larımızın maddî anlamdaki kalkınmamıza engel olduğunu söyleyebilmişlerdir.
İhtilâllerin ülkemize verdiği maddî zararı ölçmek, onları bir şekilde telâfi etmek mümkün. Peki, aynı ihtilâllerin insanlarımızın sinesinde sebep oldukları manevî yıkımı ölçmek kolay mı? Maddî yıkımı ölçmek, tartmak kolay; ama manevî yıkımı tartıya vurmak mümkün değil. Tahribatı ölçmek kolay olmadığı için, telâfi edebilmek de kolay olmuyor.
Uzun süre hazırlığı yapılarak sahneye konulan 12 Eylül ihtilâlinin manevî cenahtaki zararları, muhtemelen maddî cenahtaki zararlarından daha büyük olmuştur. Çünkü, maddî zararları 10-15 yılda kısmen telâfi edilebildiği halde; manevî tahribatı aynı ‘kolaylıkla’ telafi edilememiştir. Üstelik, sonraki yıllarda devam eden manevî tahribat sebebiyle yaralar daha da derinleşmiştir.
‘Dünyevîleşme’ olarak özetleyebileceğimiz bu ‘manevî tahribat/hastalık’ ihtilâl sonrası hükûmetlerce de sürdürüldü. Her şeyi maddede arayan, ‘para’ya gereğinden daha fazla önem atfeden anlayış, beraberinde manevî değer yargılarında aşınmayı da getirdi. Dünyevîleşme; ‘şeâir’leri savunamama ve her konuda taviz verme olarak cemiyet hayatına yansıdı. Dünyevîleşme tehlikesi, son yıllarda da artarak devam ediyor. Bunu görmek için, ‘alternatif tatil reklâmları’na bakmak yeterli olur. Öyle ya, dünyevîleşen ‘dindar zengin’ler; kazandıkları ‘bol para’yı başka türlü nerede harcayabilir ki?
İsimlerin değişmesiyle ‘hakikat’in değişmediğini unutmamak lâzım. “Zengin Müslüman”larımız, “fakir Müslümanlar”la aralarında ‘alternatif’ duvarları örmekten uzak durmalıdır. “Normal zengin”lerimizin yaptığı her işi, ‘alternatif’ adıyla başka bir şekilde yapmak “Müslüman zengin”lerimiz açısından doğru mudur?
Yakın zaman önce bir bakanın, “Başörtüsü meseleri, sadece yüzde 1.5’un sorunudur” meâlindeki tesbiti de bir yanıyla acı, bir yanıyla da ‘doğru’ bir tesbittir. Çünkü, dünyevîleşme anlayışının galip gelmesi sebebiyle, yasağa muhatap olanlar ‘şeâiri’ savunmak yerine, “Başını aç oku” ya da “Peruk takarak oku” fetvalarına sığındı. Bu şekilde güya ‘yasak’ aşıldı. Ama bu yapılırken yaşanan ‘aşınma’ göz ardı edildi. Neticede, kala kala “Yüzde 1.5” sağlam kaldı. (“1.5 müridim var” menkıbesini de hatırlayalım.)
Yeni dönemde de dünyevîleşme tam hızıyla devam etmeye aday. Allah’ım, bizi ‘dünyevîleşme’ tuzağından koru. Âmin.
27.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|