Sandık günü olan 22 Temmuz 2007 tarihi yaklaştıkça, siyasî parti liderleri; meydanlarda ve TV ekranlarında ‘son kozlar’ını kullanıyorlar. Seçim tarihinin belli olmasıyla başlayan meydan mitingleri, milletteki heyecanı da arttırmış görünüyor. Günde 2-3 miting düzenleyen siyasî parti liderleri var. Seçim maratonunun son haftasında, milletin de ‘seçim heyecanı’na kendisini kaptırdığını söyleyebiliriz.
Seçim kampanyalarının ilk günlerinde daha çok ‘şahsî sataşmalar’a şahit olunuyordu. Liderler, birbirlerine ‘lâf’ atma yarışındaydılar. Ancak son hafta durum biraz değişti. Artık liderler, kısmen de olsa ‘projeler’den bahsetmeye başladı.
Liderlerin; meydanlardaki konuşmalarında ‘mazot pazarlığı’ yapmasını başından beri doğru bulmadık. Çünkü millet, seçim meydanlarında; Türkiye’nin geleceğiyle ilgili projelerin, planların ve makul vaadlerin konuşulduğu yerler olmasını istiyor. Daha çok çiftçileri ilgilendiren ‘mazot’ fiyatı da elbette konuşulmalı, ancak bütün konunun bu çerçeveye sıkışıp kalması Türkiye’ye yakışmıyordu.
Avrupa Birliği yolunda ilerleyen ve ‘tam üye’ olmak isteyen bir ülkede yürütülen seçim kampanyalarında AB konusunun meydanları meşgul etmesi gerekmez miydi? “Muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşmak, siyasî partileri ilgilendiren önemli konuların başında yer almalı değil miydi? Ne yazık ki, bu konular da yeterince meydanlara taşınamadı...
“Vatandaşın derdi başka” diyenler de olabilir. Ancak, hak, hukuk, adalet ve demokrasi yolunda kalıcı ve sağlam adımlar atılmadan; sağlam bir ekonomik sistemin de kurulamayacağı artık görülmeli. Siyasî partilerin bir görevi de halkı bu yönde bilgilendirmek değil miydi?
“Tek başına, iş başına” gelenlerin; milletten aldıkları destek ve ‘yetki’yi gerektiği gibi kullanmadıkları ortada. İktidarlarının ilk aylarında, tek başlarına anayasayı dahi değiştirebilecek güce sahip olanlar bu imkânı değerlendiremedi. Milletle mutabakatı yeterli görmeyip, ‘güç odakları’ ile mutabakat yolunu aradılar.
İktidar partisinin ‘hata’larında biri de, açık seçik bir şekilde “bedel ödemeye hazır olmadıkları” şeklindeki beyanıydı. Sözkonusu tartışma, bilhassa imam hatip liselerini ilgilendiren ‘katsayı’ydı. Başbakan, Birlik Vakfı’nın düzenlediği toplantıda öğrenci velilerini suçlamış ve şöyle demişti: “Meslek liseleri olayında, özellikle meslek liselerinde yavrularını okutanlar, çocuklarının durumuna sahip çıkmamışlardır. Bunun karşısına dikilenlere toplum gereken cevabı vermemiştir. Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz. Niye? Çünkü daha önce ödenen bedeller var.” (AA, 3 Temmuz 2004)
Tek başına iktidar olan bir siyasî parti ‘bedel’ ödemeye hazır değilim derse, siyaseten başka bir ‘iş’ yapma imkân ve ihtimali kalır mı? Nitekim kalmadı...
Cumartesi günü İstanbul Çağlayan meydanındaki mitingde konuşan DP Genel Başkanı Mehmet Ağar şöyle dedi: “Bu ülkenin insanını, kadınını başörtüsü üzerinden bölecek her şeyin karşısında Demokrat Parti var. Hepsi bizim evlâtlarımız, bizim canlarımız. Türkiye’de Demokrat Parti, hakların, özgürlüklerin, kardeşçe farklılıklarımızda bir arada, birlikte yaşamamızın teminatıdır. DP, demokrasdir, DP hukuk devletidir, DP bireyin hakkını, özgürlüklerini, hukukunu korumak için millet adına kendini fedaya hazır bir siyasî partidir.”
Demokrasi, hak, hukuk, adalet ve hürriyet kavramlarıyla birlikte “bedel ödeme” kavramının miting meydanlarında seslendirilmesi önemsenmelidir. Milletin ‘rey’ine talip olan siyasî partiler ve liderler, bir bakıma onlar namına ‘bedel ödemeye de talip’ olmuş olmalı. Vatandaşa karşı, “Ben bedel ödemeye hazır değilim, sen bedel öde” demek doğru bir siyasî duruş olamaz.
DP’nin Çağlayan mitingi, İstanbul şartlarına göre başarılı bir miting oldu. Kalabalıktan daha önemli olan, alanı dolduranların heyecanı ve coşkusuydu. Ancak “bedel ödemeye hazır” olanlar siyasî baskılara boyun eğebilir ve ‘iş’ yapabilir. Bunu unutmayalım.
16.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|