Bundan iki hafta önce, büyük İslâm mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerin önemli iki talebesi aynı günde vefat ettiler ve Cuma namazına müteakip birisi Konya’da, diğeri Van’da ebedî yolculuğuna, kılınan cenaze namazlarıyla uğurlandı. Geçtiğimiz haftaki yazımda Vanlı merhum Kâmil Acar Ağabeyi yazdım. Bu hafta da Hz. Üstadın mümtaz talebelerinden merhum Mustafa Cahit Türkmenoğlu’nu bu dar makaleye sığdıracağım. Her zaman derim, yine diyorum, onlar makalelere sığmazlar.
Merhum Türkmenoğlu Ağabeyi 1964 yıllarında tanıdım. O tarihlerde bekârdı ve sık sık Konya’ya gelirdi. Dershane olarak kullandığımız Hz. Mevlânâ civarındaki dairede aynı heyecan, dikkat ve izahâtlarla Risâle-i Nur’dan dersler yapardı. Biz genç yaşlarımızda ondan utanırdık, yalnız dersle kalmaz, yemek yapar, çay pişirir, müthiş fiilî dersler verirdi. Gayet mütevazi idi. Onun kimse ile münakaşa ve kavga ettiğini görmedim. Okur, söyler ve giderdi.
Aradan yıllar geçmişti, onun ve benim başımda çok çileli günlerimiz olmuştu. Zindanlar, zulümler, tevkifler, takipler, işkenceler vs.’ler, vs.’ler... Fakat çile rekoru ondaydı, uzun yıllar… 2007’de yine onu dinledim, saçları ağarmıştı, yaş 77’ye dayanmıştı. Onu yine hayranlıkla dinledim, 1964’deki şevki, aşkı, üslûbu, ahlâkı ve cevvaliyeti aynı idi. Ağır hastalıklarına rağmen o dersten derse koşan bir kahraman ve mümtaz bir şahsiyetti. Yalnız Konya’da değil, Türkiye’nin bir çok beldesinde görüyordum onu.
Risâle-i Nur gruplarının bir çoğu ile görüşür, onlara gider ve daima Risâle-i Nur okurdu. Gruptan gruba, cemaatten cemaate, kişiden kişiye lâf taşımazdı. Nurun bir harfinin dahi sadeleştirilmesine karşı idi. “Risâle-i Nur bir iksir-i İlâhîdir” derdi. Onun vefatında bunu zahir olarak gördük, herkes ve her kesim orada idi, hazin ve muhteşem. Ellerde ve dillerde duâlar, fatihalar ve nurdan dersler vardı. Bu hâl bile hepimize ve çoklara bir ders-i ibrettir. Hz. Bediüzzaman’ın müçtehitliğine, müceddidliğine ve çağın imamlığına ve allâme-i cihanlığına toz kondurmazdı. Ona bakınca sahabe-i kiramları hep tahattur ederdim.
Son dönemlerinde, bir çok yerde verdiğim konferanslara teşrif edip birkaç tanesini dinlemişti. Onun Risâle-i Nur gözlüğüyle değerlendirmesi çok mühimdi ve intibalarını sordum. Aldığım cevap şu idi: “Kardeşim, bin barekâllah, bir istihdam-ı İlâhî. Hz. Üstad’ı ve Risâle-i Nur’u nazara vermen ve hâsseten müjdelerden bahsetmen çok önemli. Merhum Zübeyir Ağabey’den bir hatıra nakledeyim: Urfa’dan ayrılır, Hz. Üstad’ın yanına gelir. Fakat ilk günlerde iki de bir âhirzaman deccalını ve onun icraatlarını anlatır. Bunun üzerine Hz. Üstad ‘Kardaşım Zübeyir, elhak doğrudur, fakat o eşhası bir daha yanımda bahsetme, şevkimi kırıyorsun!’ demiş. Onun için sen de müjdeye devam et” demişlerdi.
Kendileri 1952 yıllarında İstanbul’da Üniversitede okurken, Halıcı Sabri merhumun yeğeni merhum Sefa Odabaşı vesilesi ile belediye otobüsünde Bediüzzaman Hazretlerinin ellerini öper, 1957 yıllarında Hz. Bediüzzaman’ı Isparta’da ziyaretine gider ve artık tamamen kendini nurun hizmetine vakfeder. Bilhassa Ankara’da Risâle-i Nur’un yeni yazı ile neşrinde merhum Atıf Ural ve diğer isimsiz kahramanlarla büyük emek ve gayretleri olmuştur. Mevhibe-i Rabbaniyeye mazhar ve mânen istihdama namzet olmuşlardır.
Merhum Türkmenoğlu’nun son dönemlerinde arkasında gizli kahramanlar vardı. Doktor damadı ve üç evlâdı ve özellikle son altı aydaki müthiş hastalığında ona bakan, bir defa dahi şikâyet etmeyen muhtereme eşi Fatma Azize yengemizdi. Hepsini tebrik edip taziyetler sunuyorum. Türkmenoğlu Ailesi adına, defin işlemi sonunda Konya Selimiye Camii’nde hatim merasiminde yaptığım konuşmamı Hz. Bediüzzaman’ın sözü ile noktalamıştım, yine o sözle noktalıyor ve çok yazılacakları başka zamana bırakıyorum. Ruhu şâd olsun.
“Acizim aciz olanı istemem. Faniyim fani olanı istemem. Ruhumu Rahmana teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.” (17. Söz, B. S. Nursî)
27.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|