AKP’nin seçimde aldığı sonuç için içeride ve dışarıda yapılan yorumlarda, “27 Nisan muhtırasına tepki” değerlendirmesi öne çıkıyor.
Erdoğan’ın kendisi de seçim gecesi yaptığı konuşmada sonucu “cumhurbaşkanı seçiminde yaşananlara gösterilen millî refleks” olarak yorumlamak suretiyle bu görüşü seslendirdi.
MHP lideri Bahçeli de “Meclis iradesine yönelik dışarıdan yapılan dayatma ve zorlamaların toplumda kabul görmediği ve iktidar partisine hak etmediği bir desteği sağladığı anlaşılıyor” diyerek, aynı tesbiti tersinden dile getirdi.
Gerçek şu ki, Genelkurmay’ın e-muhtırası ve Anayasa Mahkemesinin 367 kararı, AKP’nin oylarını bu derece yükselten faktörlerin başında geliyor.
Yani, millet “mağdur” edildiğini düşündüğü iktidar partisine desteğini oylarıyla bu şekilde ortaya koydu.
Ve AKP de “mağduriyet” pozisyonunu çok iyi kullandı. Yürüttüğü “Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler” kampanyasıyla da bu başarılı neticeyi aldı.
Bu kampanyanın AKP’yi güç odakları nezdinde zora sokmaması için de Gül, Hürriyet’in manşetten verdiği “Ben çıkıp nasıl dindar cumhurbaşkanıyım diyebilirim? Kendi günahlarım gözümün önünden geçer. Cumhurbaşkanlığı için böyle bir kriter olamaz” açıklamaları yaptı.
“Türban daha modern olabilir. Seçilseydim benim de, eşimin de farklı bir üslûbu olacaktı” sözlerini de bu beyanlarının içine sıkıştırdı (29.5.07)
Bu sözlerle, statükodan gelmesi muhtemel bir tepki ve sıkıntının bertaraf edilmesi amaçlanırken, “Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler” kampanyası halk arasında tamgaz sürdürüldü.
Bu ikili tavır arasındaki tutarsızlığı sezemeyen halk, AKP’nin beş yıllık iktidarında artarak devam eden kendi mağduriyetlerini “unutarak,” mağdur duruma düşürüldüğüne inandığı bu partiyi destekledi.
Aslında “mağdur ederek kazandırma” stratejisi, Türkiye’de eskiden beri kullanılan ve işe de yarayan bir taktik. 1983 seçimi öncesinde Evren’in Özal’ı suçlayan konuşmasıyla ANAP’a tek başına iktidarı kazandırması ve 28 Şubat sürecinde Erdoğan’a çıkarılan akıl almaz yargı engelleriyle AKP’nin yelkenlerinin şişirilmesine katkıda bulunulması, bunun çok tipik örnekleri.
Şu anda karşı karşıya olduğumuz durumun, şimdilik pek konuşulmayan ilginç bir boyutu daha var: 27 Nisan bildirisi görünüşte AKP’yi mağdur etti; ama bilâhare Dolmabahçe’de gerçekleşen görüşme Erdoğan’a yeni bir rota çizdi.
AKP’de millî görüş kökenli veya cemaat bağlantılı isimlerin büyük kısmının tasfiye edildiği milletvekili aday listeleri o görüşmeden sonra hazırlandı. Erdoğan’ın, uğruna hararetli kampanyalar yürütülen Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığının geri çekilmesiyle sonuçlanması kuvvetle muhtemel “uzlaşma” mesajları da keza.
Dolmabahçe randevusunun ardından Erdoğan’ın verdiği işaretler, AKP’yi “merkeze çekme” adına “sistem”e daha fazla eklemlenmiş, tabir yerindeyse iyice “ehlîleştirilmiş” bir parti haline getirme kararının ifadesi gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı seçimlerinden çıkacak sonuçla yeni kurulacak hükümetin yapısı da herhalde bu karar ve yönelişe göre şekillenecek.
Söz konusu işaretlerin verdiği izlenim bu.
AKP bu izlenimi ancak demokratikleşme reformlarında âcilen esaslı, tutarlı ve kuvvetli adımlar atarak silebilir.
25.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|