“İçinizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah’ın gönderdiği hak din üzerinde olursunuz. Bunlardan biri cehalet sarhoşluğu, diğeri de dünyaya aşırı düşkünlüktür.” (Mecmâü’z-Zevâid, 7: 271.)
Peygamberimiz (asm) böyle buyuruyor. Cehalet sarhoşluğu sebebiyle dinini bilmeyen, ebedî âlemin güzelliklerinden gafil olup fani dünyanın şaşaasına gönül kaptıran insanın dünyasında dini öğrenmek ve yaşamanın ne kıymeti olabilir? Mutluluk kaynağı olan hakikatler ancak öğrenilip yaşandığında fonksiyonlarını icra edebilir.
İslâm, dini yaşamaya büyük önem verir. Yoksa dinin sayısız güzellikleri başka nasıl ortaya çıkabilir? “Allah bir kuluna hayır murad ederse ona dinî anlayış verir” hadis-i şerifi bu açıdan ne kadar anlamlıdır. Birgün Allah Resûlü (asm), “İnsanların en faziletlisi, dinlerini iyice anlayıp şuurluca yaşayanlardır” buyurmuşlardır. (Mecmâü’z-Zevâid, 7:26.)
Bugün İslâm dünyası, cehalet sebebiyle dini yaşamaktan uzak kalıp, onun yararlarından mahrumiyetin sıkıntılarını çekmek zorunda kalmıştır. Güzel örnekler sergileyememek, olumsuz tesirler de yapmaktadır. Oysa İslâma bütünüyle ayna olan Sahabe, İslâmı çok kısa bir zamanda dünyanın dört bir yanına ulaştırmıştı. Anlatmalarına bile gerek kalmıyordu. Davranış ve hareketlerine yansıyan o güzellikler, birer cazibe unsuru oluyor, İslâma canla başla sarılıyorlardı.
İslâmın ilk yıllarında Allah Resûlü (asm) Safa Tepesinde Kureyş’i toplayıp seslendiğinde, onlara sorduğu ilk soru, “Beni nasıl bilirsiniz?” şeklindeydi. Onlar da, “Ya Muhammed, sen doğrusun. Şimdiye kadar senin hiçbir yalanını işitmedik” demişler. Bu itiraftan sonra tebliğini yapmıştı Allah Resûlü (asm). Abdullah bin Selâm, daha Efendimizin (asm) simasını görür görmez, “Vallahi bu simada yalan olamaz, hile olamaz” deyip Müslüman olmamış mıydı?
Demek bütün mesele ruha, kalbe sinen, davranışlara yansıyan İslâma birer ayna olmaktı.
Yaşanan İslâm her devirde etkilerini gösterecektir.
25.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|