Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onların hepsi kıyamet gününde toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

Yâsin Sûresi: 32

28.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz bir meclise gittiğinde selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalktığında da yine selâm versin. Birincisi diğerinden daha üstün değildir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 288

28.07.2007


İbadetin ruhu ihlâstır

Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.

İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.

Lem’alar, 17. Lem’a, 2. Mesele, s. 183

***

İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse, o ibadet batıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

İşârâtü’l-İcâz, s. 142

Lügatçe:

ubudiyet: Kulluk.

dâî: Gerekçe, sebep.

semerât: Meyveler, neticeler, sonuçlar.

fevâid: Faydalar.

uhreviye: Ahirete ait.

ille-i gaiye: Asıl gaye, asıl sebep.

terettüp: Sıralanmak, gerekmek, sonuç vermek.

münâfi: Ters, zıt.

müşevvik: Teşvik edici.

müreccih: Tercih edici.

illet: Sebep.

hâsiyet: Hususi fayda, özellik, tesir.

Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî: Şah-ı Nakşibend’in kudsî zikirleri, virdleri.

evrad: Virdler, dualar, zikirler.

aktab: Kutuplar.

Selef-i Salihîn: Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin ilk rehberleri. İslâmın ilk dönemlerinin salih insanları.

mervî: Rivayet edilen.

28.07.2007


Risâle-i Nurlar, can bahşeden âb-ı hayattır

1960 ihtilâli günlerinde Risâle-i Nurlara verdiğim takipsizlik kararı sonucu Kastamonu Bozkurt ilçesine sürgün edilince, önce komşu ilçe İnebolu’ya uğradım. Fedakâr ağabey ve kardeşleri ziyaret etmek için Risâle-i Nurları teksir makinesiyle basıp geniş ölçüde tanınıp okunmasına; nice muhtaçların imanlarının kurtulmasına; iki cihan saadetine nâiliyetlerine vesile olan merhum Selahaddin Çelebi’yi aradım. Zaten onu tanımayan yoktu.

Pek çok lüzumlu malzemenin, çeşitli eşyanın, hırdavatların ticaretini yapan mübarek ağabey, beni özbeöz kardeşi gibi kabul etti. Sıcak, candan, ilgi ve muhabbetle karşılayıp bağrına bastı. Yazıhanesinde baş köşeye oturtup ikramlara gark etti.

Tatlı sohbetini, hatıralarını dinlerken sonradan kayınpederi olduğunu öğrendiğim yaşlıca bir zât yazıhaneye geldi, eşikte durdu. Yüzü soğuktu. Bana şüpheli bir nazarla baktı. “Hoşgeldin” deme lüzumu bile hissetmedi. O zamanlarda Nur Risâleleri aleyhinde yapılan haksız iftiralardan korkup panik uyandırıcı menfî yayınların etkisi altında kaldığı, bu sebeple damadına sempatik bakmadığı anlaşılıyordu. Menfî kanaatini tashih edebilir miyim diye düşündüm. Cenab-ı Hakkın lütf-u keremiyle şöyle bir misâl verdim:

“Amca, Kerbelâ gibi bir yerde şiddetli susuzluktan insanların bağrı yanmakta, ‘Su! Su!’ diye kıvranmakta, büyük yokluk ve ızdırap içinde bunalmakta olduklarını düşünelim. Bu derde devâ bulmak adına su arayanlar âb-ı hayat gibi berrak, dupduru suyun fışkırdığını görmenin ve yakın bir yerde bulmuş olmanın coşkun sevinç ve heyecanıyla iki gruba ayrılırlar:

“Bir kısmı ‘Bu kaynak sadece bizim tekelimizde kalsın, sırf biz kullanalım’ derken; diğer vicdanlı, halis niyetliler de, merhamet ve şefkat duyguları galeyana gelerek ‘Olur mu öyle şey! Hemşerilerimiz, din kardeşlerimiz, susuzluktan kıvranırken, niceleri bu yüzden helâk olurken, kalanlar da perişan halde helâke mahkûm iken böyle merhametsizce, bencil davranamayız. Her türlü riske, zahmete, meşakkate rağmen su kanalları döşeyip bu âb-ı hayatı mutlaka kardeşlerimize ulaştırmalıyız’ derler.

“İşte amca! Biz din kardeşlerimizi hem dünya, hem ahiret perişaniyet ve hüsranından her türlü engellere ve iftiralara rağmen kurtarma gayretini hasbî olarak gösteren şefkatli ve merhametli ikinci grubu temsil ediyoruz. Hasis davranmıyoruz. Bu sayede Allah’ın rızasını kazanmaktan gayrı hiçbir dünyevî, siyasî maksadımız, beklentimiz ve niyetimiz yoktur. Risâle-i Nurlar, insanları, dinsizliğin pençesine düşmekten kurtaran âb-ı hayattır” dedim.

Bu örnek amcanın hoşuna gitmiş ki, sağ olsun sözlerimi hiç kesmeden dikkatle dinledikten sonra damadı Selahaddin Ağabeye dönüp;

“Selahaddin! İşte böyle anlatsana” dedi.

Rahmetli olduğunu öğrendiğim bu zâtı, peşin hükümlerden kurtulup hakkı kabul etmek nezaket ve hakperestliğini gösterdiğinden dolayı her zaman şükran ve duâ ile hatırlıyor ve rahmet diliyorum.

Üstadın “Allah için işleyiniz. Allah için görüşünüz. Allah için çalışınız. Lillâh, livechillah, lieclillah rızası dairesinde hareket ediniz” sözünün tecellisini müşahede ettim. Cenâb-ı Erhamürrâhimîne hadsiz şükrettim.

Abdullah Battal

Emekli Başsavcı

28.07.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Enes bin Mâlik radiyallahü anh bildirmiştir:

Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki:

“Cehennemliklerden, dünyada en huzurlu, en refah ve en mutlu hayat yaşayan bir kimse kıyâmet gününde getirilir ve ateşe bir dalış daldırılır. Sonra sorulur:

“-Ey insan oğlu! Sen hiç güzellik gördün mü? Hiç mutluluk tattın mı? Sana hiç nimet uğradı mı?”

O kul, ateşin şiddetinden öyle bir unutur ki:

“-Hayır, vallahi yâ Rabbi! Ben hiç mutlu olmadım!” der.

“Cennet ehlinden olup da, dünyada en çetin, en sıkıntılı ve en meşakkatli hayat süren bir kişi kıyâmet günü getirilir ve Cennet’e bir dalış daldırılır da, sonra sorulur:

“-Ey insan oğlu! Sen hiç sıkıntı yaşadın mı? Hiç darlık gördün mü? Sana hiç zorluk uğradı mı?”

O kul, Cennetin güzelliğinden, çektiği dünyevî sıkıntıları öylesine unutur ki:

“-Hayır vallahi yâ Rabbi!” der. “Ben asla sıkıntı görmedim! Ben zorluk nedir bilmiyorum! Ben hiç yoksulluk tatmadım! Ben hiç şiddet ve meşakkat çekmedim!” der.

Müslim, Kıyâme, 12;

Süleyman KÖSMENE

28.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004