Bundan üç hafta önce, büyük İslâm mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin önemli iki talebesi aynı günde vefat ettiler. Biri merhum Kâmil Acar, diğeri merhum Mustafa Cahit Türkmenoğlu. Her iki mümtaz ağabeylerimiz için iki makale yazdım. Türkiye’nin bir çok yerlerinden tebrik telefonları aldım. Isparta’dan Kocaeli’ne, Konya’dan Van’a kadar. Merhum Mustafa Cahit Türkmenoğlu Ağabeyimizin damadı, can dostumuz Dr. Recep Bey’den mail kanalı ile bir teşekkür mektubu aldım. Üç madde üzerinde durmuş. Bu güzel mektubu, makalemin içine alıyorum.
“Pek kıymetli ağabeyim,
“Cuma günkü makalenizi okudum. Allah gönlünüze ve kaleminize güç ve kuvvet versin. İlgili makalede aşağıdaki hususlara da vurgu yapmış olsaydınız münasip olur mu diye takdirlerinize havale ediyorum:
“1- Merhumdan ben mükerrer defalar işittim ki: ‘’Ben Cenâb-ı Hak’ka duâ ediyorum: Ya Rabbi, benim ruhumu talebe-i ulûm olarak değil, nur talebesi olarak al. Son altı aylık hastalığı bu duânın kabulünün bir tetimmesi olarak düşünülebilir. Hizmet ile geçen bir ömre rağmen 6 aylık tam tasaffî sürecini Allah tekmil ettirdi ve inşaallah duâsını kabul etti.”
Daha önceki makalemde de, “Bu zatlar makalelere sığmaz şahsiyetlerdir, bunlar mevhibe-i Rabbaniyeye mazhar zatlardır” demiştim. Evet bu sözüme damatları doktor bey açıklık getiriyor. Esasında Emirdağ Lâhikası shf. 338’de onların hem talebe-i ulum, hem de Nur talebesi olduğu Hz. Bediüzzaman tarafından beyan edilmektedir. Son altı aylık dönemde ise ehl-i tahkikin rivayetine göre manevî âlemdeki makâmâtının yükselmesine medar ve şehadet-i maneviyeye mazhar olmuştur.
Devamında doktor bey diyor ki:
“2- Hayatında nasıl iman ve İslâm hakikatlarını lisan-ı hâl ve kâli ile anlattı; hastalık döneminde Cenâb-ı Hak lisan-ı kâli susturdu, ancak lisan-ı hâli ile lisan-ı kalden daha kuvvetli bir sada ile insan ömrünün ne kadar kısa, insan cesedinin ne kadar zevale maruz ve mübtelâ olduğunu, dünya hayatının ise bütün bütün geçici, devamsız, aldatıcı, bîkarar olduğunu, bu hayat için izzet-i diniyeden taviz vermeye değmediğini, bu kısacık zevâle maruz hayat için münakaşa etmeğe, dargınlığa, adavet ve husûmet beslemeğe değmediğini ziyaretine gelen herbir insana çok kuvvetli bir dil ile telkin ederek hatırlatıyordu.”
Doktor kardeşim, hem damatları, hem doktoru olarak 6 aylık zaman diliminde bu manzarayı, müşahedesini yakînen, yani Hz. Bediüzzaman’ın tâbiriyle “hakkalyakîn” olarak satırlara döküyor. Onun için Hz. Bediüzzaman, çok eserlerinde mükerrer yerlerde talebelerine “Hastaneleri, hapishaneleri ve mezaristanı ziyaret etmeyi, ibret dersleri ile dolu olduğunu” beyan ediyor. Ayrıca Merhum Türkmenoğlu Ağabeyimizde “Münakaşa, dargınlık, adavet ve husumet” yoktu. İşte model şahsiyet..
Doktorumuz mektubunu şöyle bitiriyor: “Kendisine verilen bu imtihan ile hem kendisinin, hem de birinci derece yakınları olmak üzere kendisini tanıyan insanların da dolaylı imtihanları olmuştur. Kendisi, hastalığından râzı ve memnun idi, tam teslimiyet hâli her halinden okunuyordu. Yakınları ise hem insaniyeten fitrî şefkat, hem İslâmiyeten vazifelerini yerine getirebilmek ile imtihanlarını verdiler. Asrımızda aile içindeki manevî bağlar maalesef yıpranmaya yüz tutmuş. Hususan şefkat, merhamet, hürmet ve sadakat sıfatları—ki her birisi ailenin temel yapı taşları ve sütünları sırlar—felsefi telkinlerin tesiri veya asrî mecmua gazete vs. gibi neşriyat vasıtaları ile cemiyetin temel taşları olan aile saadeti ve manevî ve hukukî bağlarda zaafiyet başlamış.”
İsmini yazmamı istemeyen merhum ağabeyimizin hanımı ve bütün aile, bir çok ailelere ders olacak nitelikte bir “refika-i hayat” görevini yapmışlardır. Hz. Bediüzzaman’ın tabiri ile “merhamet ve muhabbet”in icrâsı ile “aile hayatı küçük bir cennet yuvası” olur, aksi halde zindandan farksızdır. Yazılı ve görsel basın bunu göstermektedir.
Türkmenoğlu Ailesi olarak, makaleme vesile oldunuz, size de binler teşekkür ve tebrikler.
03.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|