Cennetin anahtarı imandır. Salih ameller ise, o anahtarın dişleri hükmündedir. Kelime-i Şehadete bütün gönlüyle inanan herkes günahkâr da olsa er geç Cennete gidecektir.
Kâfirler, bir kısım Müslümanları Cehennem’de görünce şaşkınlıkla, “Hayrola, imanınız size fayda vermedi de mi, siz de bizim gibi buraya girdiniz?” derler. Onlar, “Hayır” diye cevap verirler. “Bir kısım günahlarımız vardı. Bundan dolayı buradayız.” Günahkâr da olsalar sonuçta Allah onları çıkarır. Çünkü zerre kadar da olsa imanı olan herkes cezasını çektikten sonra Cennete gidecektir. Onların Cehennemden çıktıklarını gören kâfirler, “Keşke” derler, “Biz de vaktiyle Müslüman olsaydık” derler. (Hicr Sûresi, 1-2’den)
Şu âyet de onların azaptan kurtulabilmek için neleri fedâ edebileceklerini gösterir: “İnkâr edip de kâfir olarak ölenler, azaptan kurtulmak için dünya dolusu altın verecek olsalar, hiçbirinden kabul edilmez. Onlar için pek acı bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcısı da bulunmaz.” (Âl-i İmran Sûresi: 91) Kâfir bu kadar fedakârlıkta bulunsa da kabul edilmez. Bir hadisi şeriften öğrendiğimize göre, “Dünyadayken senden bu kadar büyük birşey istenmemişti” buyurulacaktır.
Hayatta insanın en önemli meselesi imandır, Sultan-ı Kâinat’ı tanımak, O’na bütün gönlüyle inanmaktır. Mektubat’ta denildiği gibi; “Katiyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır.” (Mektubat, s. 218)
Demek insan, Yaratıcıyı tanımak için yaratılmıştır. Yerlere, göklere ve içlerindeki herbiri birer san'at harikası olan yaratıklara bakıp Yaratıcılarını tanımak, O’nun varlık ve birliğine iman etmektir. En küçük bir zerreyi dahi yaratamayan insanoğlu, kendini sayısız organ, duygu ve yeteneklerle donatan Yaratıcısını nasıl tanımayıp O’na inanmadan durabilir?
03.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|