Peygamberlerden biri Azrail’e, “Senin hiç elçilerin yok mu?” diye sormuş. “Varsa önceden onları gönder ki, insanlar senden korkmasınlar” diye de eklemiş.
Hz. Azrail “Olmaz olur mu? Elbette benim de elçilerim var. Hem de pek çok” diye cevap vermiş ve eklemiş: “Benim elçilerim hastalık, yaşlılık, elden ayaktan düşme, gözlerin, kulakların, hafızanın zayıflaması gibi durumlar.
“Eğer kişi bunlarla yüzyüze geldiği halde ölümü hatırlamamış, gerekli hazırlığı yapmamışsa, ruhunu alırken ona, ‘Sana daha önce elçi üstüne elçi, uyarıcı üstüne uyarıcı göndermedim mi? İşte ben ölümün en son elçisiyim. Benden sonra sana artık elçi gelmeyecek ve seni uyaran olmayacaktır’ diye seslenirim” der.1
Nitekim bir hadis-i şerifte bu gerçeğe, “Hastalıklar ve ağrılar ölümün habercileri ve elçileridir. Ecel tamamlanıp Azrail (a.s.) bizzat gelince şöyle seslenir: ‘Ey Allah’ın kulu, daha ne kadar sana haber verilecek, ne kadar elçi gönderilecek? İşte ben, ölümün kendisinden sonra habercisi bulunmayan son elçisiyim. Haydi artık Rabbinin dâvetine icâbet et’”2 buyurularak dikkat çekilmiştir.
Mesnevî-i Nûriye’de, ölümün bu habercileri için şu satırlara yer verilir: “Dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulu’ etmiştir [doğmuştur]. Vücudunda tavattun etmeye [yerleşmeye] hazırlanan hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Maahaza ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bakîde göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fanî ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bakîden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan.”3
Bu hatırlatmayı yapan Üstad, saçlarının ağarması üzerine de şu muhasebeyi yapar: “Aynada saçıma baktıkça beyaz kıllar bana diyorlar: ‘Dikkat et!’ İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti [aydınlandı]. Baktım ki çok güvendiğim ve ezvakına [zevklerine] meftun olduğum gençlik elvedâ diyor. Ve muhabbetiyle pekçok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor. Ve pekçok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya bana uğurlar olsun demeyip misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de Allah’a ısmarladık demeyip o da gitmeye hazırlanıyor. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, ‘Küllü nefsin zaikatü’l-mevt [Her nefis ölümü tadıcıdır]’4 âyetinin külliyetinde, ‘Nev’-î insanî bir nefistir. Dirilmek üzere ölecek. Dünya dahi bir nefistir, bakî bir sûrete girmek için o da ölecek’ mânâsı âyetin işaretinden kalbe açılıyordu.
“İşte bu halette vaziyetime baktım ki, medarı ezvak olan gençlik gidiyor, menşe-i ahzan [üzüntüler kaynağı] olan ihtiyarlık yerine geliyor. Ve gâyet parlak ve nurânî hayat gidiyor, zahirî karanlık, dehşetli ölüm yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin maşûkası olan dünya pek sür’atle zevale koşuyor gördüm.”5
Dipnotlar: 1- Suyûtî, Kabir Âlemi, s. 59. 2- Şerhu’s-Sudûr, s. 11. 3- Mesnevî-i Nûriye, s. 119. 4- Âl-i İmran Sûresi, 185; Enbiya Sûresi, 35; Ankebût Sûresi, 57. 5- Lem’alar, s. 228.
30.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|