Mahmut G., üzerinde yazı yazmayı düşündüğüm mevzularda soru sorarak önemini ve âciliyetini gündeme getirdi:
“1- Seçim öncesi gazetemizin siyasî tavrı bir kısım kardeşlerin gazetemize küstürülmüş olması vebalini nasıl taşıyacagız?
“2- Şu anda memleketteki kuraklığın sebebini bizlerin bu seçim atmosferinde Risâle-i Nur’u ikinci plana almamız mı? Çünkü, Üstad, İslâmın yaşanmamasını, ona aykırı hareket edilmesini, felâkete sebep; Risâle-i Nur’un okunması bu memleketin musibetlere karşı emniyet subabı’ olarak görüyor…”
Seçimin hissi, indi atmosferi geçtiğine göre, meseleleri şimdi daha soğukkanlı ve objektif değerlendirme ferasetini gösterebilmeliyiz. İnsaf ile inceleyenler, Yeni Asya’daki bütün yazı ve değerlendirmelerin temelde Üstad’ın çizdiği siyaset stratejisine uygun ve bunları nazara vermek olduğu açıkça görülür. Yani, biz körü körüne siyasî bir tarafgirlik göstermedik. Naklettiğimiz ve yorumladığımız her ölçü ve prensibin mutlaka kaynağını verdik. Dolayısıyla biz siyasetten tarafa değil, Risâle-i Nur’dan taraf olduk.
Ahrarların/ hürriyetçilerin/ demokratların kazanmaması; stratejinin yanlış olduğu ve bizim Risâle-i Nur’a ters düştüğümüz anlamına gelmez. İsterseniz Ahrarların/ hürriyetçilerin/ demokratların kısa bir tarihçe-i hayatına göz atalım ve Bediüzzaman’ın onlara yaklaşımının, bugün de bizim için güncelliğini yitirmeyen ölçüler oluşturduğunu bir daha gözden geçirelim:
Arka planında Prens Sabahattin, Mizancı Murad Bey ve Hasan Fehmi Bey gibi düşünürler ve fikir adamlarının yer aldığı Osmanlı Ahrar Fırkası, 18 Eylül 1908’de kurulur. Ancak, komitacılar onu taşradaki seçimlere sokmamış, İstanbul’da yapılan seçimlerde ise, maalesef mebus bile çıkaramamıştır. (Ancak “Meclis-i Mebusan”da İttihat ve Terakkî’den ayrılanlar Ahrar Fırkasını temsil etmiş ve hükümette Ahrar’ların girmesini sağlamışlardır.) Buna rağmen Bediüzzaman, içinde büyük âlimlerin ve ihlâslı, dindarların teşekkül ettirdiği ve çok güçlü olan İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’ni değil, Osmanlı Ahrarları/ hürriyetçileri desteklediğini görüyoruz.
Hürriyetçi fikirlerinden dolayı, devletçi olan İttihat ve Terakkî’nin hedefi haline gelen Ahrarlar, 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanmasının faturası bu partiye çıkarılmaya çalışılmış. 31 Mart 1909’da olaylardan Ahrar Fırkasını da sorumlu tutanlar her ne kadar bunu ispat edemedi iseler de, Bediüzzaman’ı yargılamış ve haksız şekilde cezalandırmışlardır. Bediüzzaman “Divan-ı Harb-i Örfî”deki müdafaası ile beraat etmiştir.
Bediüzzaman her mü’min’in mensubu olduğu İttihad-ı Muhammedî’nin mânen tabiî üyesi olduğunu, yoksa bozguncuların ve isyancıların girdikleri ve siyasete âlet ettikleri “Şeriat ve İttihad-ı Muhammedî” cemiyeti ile bir ilgisi yoktur. “Şeriat” adına ve “İttihad-ı Muhammedî” ismi altında siyasî faaliyetlerin yapılmaması için de azamî gayret etmiş; ama, engel olamamıştır.
Ahrar Fırkası iki defa seçime girmiş ve hükümete ortak olmuştu. 1909 Ahrar Fırkası mensupları 31 Mart olayı kendilerine yıkılarak iktidardan uzaklaştırılmış ve parti kapatılmıştır. 1913’de Hürriyet ve İtilaf Partisi de (Ahrarlarla birleşmişti) “Bab-ı Âlî” baskını ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1946’da kurulan ve “açık oy, gizli tasnifle” yapılan seçimde pek bir varlık gösterememiştir. 1950’de iktidara gelerek Ahrarları yeniden ihya etti.
Bediüzzaman’ın “hürriyetçi demokrat” misyona sahip olan fırka yaklaşımına göre, ANAP ve AKP’nin Ahrarların/ Demokratların devamı olmadıkları açıktır. Çünkü her iki parti de, demokratların kazanımlarını dahi koruyamamışlar.
Bediüzzaman, Ahrar/ demokrat tanımı ve tarifini, “eski tahribatı tamire başlamak”, “hürriyetperver olmak” ve “Nur ve Nurcuları takdir etmek” gibi kıstasları da ortaya koyar. Bu özelliklere sahip olan siyasî akıma daima duâ ettiğini ifade eder. Gelecek ile ilgili temennisini de “İnşallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp, tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” şeklinde ortaya koyar.
Yukarıdaki ölçülere göre; AKP’nin yine birinci parti ve iktidar olması; onun ahrarların yerine geçeceği anlamına gelmez. Zira, Yeni Asya, darbecilerin tuzaklarına düşmeyelim diye şiddetle ikaz ederken, 12 Eylül 1980 darbe-i münafıkanesi, diktatör darbeciler alkışlanmış ve desteklenmişti. Yine iki sene sonra baştan ayağa ant-i demokratik maddelerle dolu olan 12 Eylül Anayasasını, ağır bedeller karşılığında uyarmamıza rağmen yüzde 92.5 oyla kabul edilmişti! 1995’te RP’nin, Erbakan’ı birinci parti olması da mı demokrat olduğunu göstermişti? Sizce 1999’da Ecevit’i birinci parti ve iktidar yapan demokratlığı mıydı? Ve bazı hocaların, mütedeyyinlerin onu desteklemesi isabetli miydi? Keza, darbecileri “müçtehid” ilan eden; siyasetçileri, koltuğa yapışan harisler olarak tavsif edenler isabet mi etmişti? Ve sizce, Bediazzaman İslâm düşmanları zındıklara, deccallere kahr ile beddua ederken; “Başımızdan eksik etme!” diye dua eden, alkışlayan, destekleyen ulemalar topluluğu isabet mi etmişti? Sizce, bu seçimde müstebit CHP ve ırkçılara/ milliyetçilere barajı aştırmak, DP’yi linç etmek isabetli mi olmuş? Bugünkü durum; “İttihad ve Terakki zihniyetinin” oluşturduğu 12 Eylül ve 28 Şubat’ın darbe-i münafıkanelerinin düzenlemelerinin sonucu değil mi? İttihad ve Terakki’nin Ahrarlara, demokratlara uyguladıklarından, zaman ve isim değişikliğinden başka ne farkı vardır?
Dolayısıyla, siz hiç endişe edip, üzülmeyin. Zira, ihlâslı arkadaşlar, Üstad’ın içtimaî ve siyasî prensiplerini nazara verdiğimizden dolayı küsmez! Bilirler ki, sıkıntı; İhlâs Risâlesi’ndeki prensipleri yazmaktan, anlatmaktan değil; uygulayamamaktandır. İhlâslı olanlar, Risâle-i Nur’un hiçbir yerinde, “Eğer kardeşleriniz siyasî meseleleri ‘izah, şerh/ yorum ve tanzim’ ederlerse; -veya faraza, yanlış yapsa- “ küsebilir ve üzülebilirsiniz!” diye bir hüküm olmadığını pekâla bilirler. Bilakis, İhlâs Risâlesi’nin ikinci düsturunda, “Eksiklerini tamamlayın, kusurlarını örtün ve yardım edin” şeklinde direktifleri olduğunu bilirler. İhlâslı olan, kardeşlerine göre değil; İhlas Risalesi’ndeki prensiplere göre hareket eder. Yine ihlâslı olanlar, Risâle-i Nur’un hiçbir yerinde, kazanacak olan ve kalabalıkların yöneldiği partiye oy verin, diye bir hüküm olmadığını bilir. Selâmlar.
30.07.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|