Eğer günlük hayatımızda işlediğimiz fiillerden dolayı, sonradan pişmanlık girdabında kendimizi hissetmiyorsak, demek ki gerçekten insan gibi yaşama yolunda iyi bir yere gelmişizdir. Vicdanımızın yaptıklarımızı onaylaması, şu fani dünya hayatında huzurlu yaşamanın önemli bir aşamasıdır şüphesiz.
Hiç kimsenin bizi ikazına meydan vermeden, vicdan terazisiyle yaptıklarımızın doğru olup olmadığına karar verebilmemiz gerekmektedir. Zamanımızın insanları bu duruma “otokontrol sistemi” demekteyseler de aslında bu durumun asıl ismi “nefis muhasebesi” veya “vicdanî muhasebe”dir. İnsanın yaptıklarının, bilhassa da yapacaklarının yerinde olup olmadığını değerlendirme alışkanlığını elde etmesi, yanlışlara düşmemesi için önemli bir durumdur.
Elbette vicdânî muhasebenin iyi işleyebilmesi için de, doğruları ve yanlışları birbirinden ayırt edebilme imkânına sahip olmak gerekir. Birer Müslüman olarak elimizde doğruları ve yanlışları birbirinden ayırt edebilecek önemli mihenk taşları bulunmaktadır. Şüphesiz bunların başında Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın âyetleri gelmektedir. Rabbimiz gönderdiği kitapla bu dünyada yaşamamız gereken kuralları bizlere tâlim etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in en mükemmel müfessiri, muallim-i ekmel olan Peygamberimiz’in (asm) bereketli hayatında Allah’ın rızasına uygun en güzel bir hayat yaşaması, bizler için büyük bir yol göstericidir. İşte vicdanımız için ölçü, Allah’ın kitabı ve Resûlullah’ın hayatında en güzel yaşama şeklini bulan ve bu kitaptan kaynaklanan kural ve kaidelerdir.
Vicdanımızla, yaşantımızın Allah’ın rızası dairesinde olup olmadığına, Peygamberimizin (asm) sünnetlerine uyma noktasında başarılı olup olmadığımıza bakmamız gerekir. Dünyanın meşguliyetlerinin bizleri bu asıl vazifemizden alıkoymaması gerekmektedir.
Dünya hayatının çekici yönleri itibarıyla olaya bakarsak, vicdanımıza rahatlıkla onaylatabileceğimiz hareket ve davranışlarımızın oldukça az olduğunu görebileceğiz. Fıtratımıza yerleştirilen ebedî yaşama duygumuzu bu dünyada tatmin etme girişimlerimiz hatalarımızın başında gelmektedir. Zira yaşantımızla dünyanın fani cihetini nazara almadığımızı rahatlıkla görebiliriz.
Ayrıca dünya hayatımızı güzel geçirmek için harcadığımız zamanın çok azını ebedî hayatımız için harcadığımız gerçeği, inkâr edilemeyecek bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Bütün bunları yaparken, bildiğimizi yaşamadığımız gerçeği sorumluluklarımızı daha da arttırmaktadır. Biliyoruz ki, bildiği halde İslâm’ın güzelliklerini hayatına geçirmeyenlerin sorumlulukları çok daha fazla olacaktır.
Ne yazık ki, içinde bulunduğu hazineden faydalanmayan insanların vaziyetini yaşamaktayız. Oysa rahmet hazinesi büyük bir merhametin eseri olarak biz insanlar için hazırlanmıştır. Bu durumdan gafil olmak, rahmeti nihayetsiz olan Rabb-i Rahîmin emir ve nehiylerine karşı ilgisiz kalmak affedilmesi zor bir suçtur.
Dünya hayatının, meşrû dahi olsa nimetlerinden istifade etmek, eğer bizleri biraz daha dünyaya bağlıyor ve uhrevî iklimden bizi uzaklaştırıyorsa, burada büyük bir kırılma ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmemiz ve hemen tedbir almamız gerekir. Meşrû olanın dahi gayr-i meşrûluğa yol açması tehlikesinin var olduğunu unutmamamız gerekir.
İnançlı olan insanların da her an dünyanın cazibesine kapılarak yaşadığı meşrû hayattan uzaklaşması tehlikesi uykularımızı kaçırmalıdır. Hiçbir şartta kazanmanın henüz garanti olmadığı gerçeğinden hareket etmemiz ve geçmişteki amellerimizle değil, gelecekte işleyeceğimiz daha güzel amellerle imtihanı kazanma azmi içinde olmamız gerekir.
Şüphesiz kazanmanın ruhu rıza-i İlâhî çerçevesinde diriltilebilir. Bu dünyada hiçbir şeyin Allah’ın rızası kadar bizim için değerli olmadığını, yaşantımız ve amellerimizle de ortaya koymamız gerekir. Tekrar tekrar yaşantımızı gözden geçirmemiz elzemdir. Böyle yaptığımız takdirde, hayatımızda ayıklanması gereken çok davranış ve düşüncenin var olduğunu görebilme bahtiyarlığına kavuşabiliriz.
30.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|