Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

BİR KISSA, BİN HİSSE

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri henüz küçük bir talebeyken, bir gün hocası İsmail Fakîrullah (k.s.) Hazretleri eline bir testi vererek, kendisini çeşmeye su almaya gönderdi.

Elinde küçük testisiyle çeşmeye gelen ve su doldurmaya başlayan İbrahim Hakkı, birden:

“Çekil bre çocuk!” diye bağıran bir atlının, karnına vurduğu tekme ile yere yıkıldı, testi de elinden düşüp kırıldı.

Kendisine vuran atlının kahkahaları arasında yerden kalkan İbrahim Hakkı, korkup ağlayarak oradan uzaklaştı.

Hocasının huzuruna, hıçkırıklarla eli boş geldi ve hocasına: “Çeşmeden su alırken bağırarak gelen bir atlı, atını üzerime sürdü, karnıma tekme vurdu. Yere düştüm, testim kırıldı.” diye şikâyette bulundu.

Hocası:

“Hasbünallah! Bu insanlar gazab-ı İlâhiyi üzerlerine çekmekte ne kadar mahirdirler!” diye fısıldadı. Sonra İbrahim Hakkı’ya dönüp:

“Bir şeyin var mı evlâdım?” dedi.

Karnını tutan İbrahim Hakkı’nın elini ve başını okşadı, karnına, üstüne, başına baktı. “Yok, bir şeyin şükür. Üzülme. Sen de bir şeyler söyleseydin keşke adama. Bağırıp çağırsaydın. Sövüp saysaydın. Hakkını savunsaydın. Ne vuruyorsun saygısız adam, testimi de kırdın. Öde testimi! Gibi bir şeyler deseydin meselâ.”

“Hayır,” dedi İbrahim Hakkı, “ben korkup, kaçtım. Hiçbir şey söylemedim.”

Hocası İsmail Efendi:

“Derhal git öyleyse, o adama bir-iki lâf söyle.” dedi. İbrahim Hakkı yeniden çeşmenin yolunu tuttu.

Fakat çeşme başında adamı görünce, aklı başından gitti tekrar. Adam atını tımar etmekle meşguldü. Bir iki defa yutkundu, fakat içindeki korkuyu yenemedi ve bir şey söylemeden sessizce bir köşeye saklandı. Burada ne söyleyeceğini, neden söyleyeceğini de unuttu.

Az sonra hiçbir şey söylemeden sessiz adımlarla oradan tekrar uzaklaştı ve hocasının yanına döndü. Hocasına: “Ona hiçbir şey söyleyemedim efendim.” dedi.

Hocası: “Evlâdım, sen edebini terbiyeni bozmadın. O edepsize cevabını vermedin. Tekrar ediyorum, git adama bir şeyler söyle. Yoksa senin cevabını ona Allah verecek!” dedi.

İbrahim Hakkı tekrar çeşmeye koştu. Bir köşeye saklandı. Bir şeyler söyleyecekti bu defa, kararlıydı. Ama yine yutkundu, yine kelimeler boğazında dizildi.

Tam söyledim söyleyeceğim derken, bir de ne görsün, adam atından öyle bir çifte yedi ki, baş aşağı çeşmenin havuzuna kapaklandı.

Bu defa korkudan soluk bile alamaz hale gelen İbrahim Hakkı, dönüp dergâha koştu. Olanları bir bir hocasına anlattı. Hocası:

“Vah vah! Bunu tahmin etmiştim. Üzüldüm! Allah’ın zalimi tokatlayacağını bildiğimden seni gönderdim ki, ödeşip uzlaşasınız diye. Ama adam uzlaşıp seninle ödeşmeye yanaşmayınca, Allah’ın tokadı gecikmedi.” dedi.

Süleyman KÖSMENE

30.07.2007


ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Meyvelerinden yesinler diye, Biz o ölmüş yeryüzünde hurma ve üzüm bahçeleri yarattık, içinden pınarlar fışkırttık...

Yâsin Sûresi: 34-35

30.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Birinizin ayakkabısının bağı bile kopsa "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'ın kullarıyız, yine Ona döneceğiz)" desin. Çünkü bu da bir musîbettir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 291

30.07.2007


“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır”

On üç seneden beri kalbim, aklımla imtizaç edip Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın “Tâ ki tefekkür edin. Tâ ki tefekkür etsinler”; “Onlar kendi üzerlerindeki İlâhî san’at mucizelerini hiç düşünmezler mi? Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Allah ancak hak ve hikmetle yaratmıştır....” (Rum Sûresi, 30:8.); “Tefekkür eden bir topluluk için deliller vardır” gibi âyetlerle emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği ve “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 4:409) hadis-i şerifi, bazan bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip tefekküre azîm teşvikat yaptığı cihetle, ben de bu on üç seneden beri meslek-i tefekkürde akıl ve kalbime tezahür eden büyük nurları ve uzun hakikatleri kendime muhafaza etmek için, işârat nev’înden bazı kelimâtı, o envâra delâlet etmek için değil, belki vücutlarına işaret ve tefekkürü teshil ve intizamı muhafaza için vaz’ ettim. Gayet muhtelif Arabî ibarelerle kendi kendime o tefekkürde gittiğim zaman o kelimâtı lisanen zikrediyordum. Bu uzun zamanda ve binler defa tekrarında ne bana usanç geliyordu ve ne de verdiği zevk noksanlaşıyordu ve ne de onlara ihtiyac-ı ruhî zâil oluyordu. Çünkü bütün o tefekkürat, âyât-ı Kur’âniyenin lemeâtı olduğundan, âyâtın bir hassası olan usandırmamak ve halâvetini muhafaza etmek hassasının bir cilvesi, o tefekkür aynasında temessül etmiştir.

Bu âhirde gördüm ki, Risâle-i Nur’un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekkürâtın lem’alarıdır. Bana ettikleri tesiri başka zatlara da edeceği düşüncesiyle, âhir ömrümde mecmuunu kaleme almak niyet etmiştim. Gerçi çok mühim parçaları risâlelerde derc edilmiştir; fakat heyet-i mecmuasında başka bir kuvvet ve kıymet bulunacaktır.

Âhir-i ömür muayyen olmadığı için, bu hapisteki mahkûmiyetim ve vaziyetim ölümden daha beter bir şekil aldığından, âhir-i hayatı beklemeyerek, kardeşlerimin ısrar ve ilhahlarıyla, tağyir etmeyerek, o silsile-i tefekkürât Yedi Bab üstünde yazıldı.

Bu nev'î kudsî hakikatlerin ekseriyet-i mutlakası namaz tesbihatında hatıra geldiklerinden, Sübhanallah, Elhamdülillâh, Allahuekber, Lâilâheillâllah kudsî kelimelerinin herbirisi bir menba hükmüne geçtiğinden, aynen namaz tesbihatındaki tertip gibi yazılmak lâzım gelirken, o zaman tecritteki müşevveşiyet-i hal o tertibi bozmuş. Şimdi o Lem’anın Birinci Babı Sübhanallah, ikincisi Elhamdülillâh, üçüncüsü Allahuekber, dördüncüsü Lâilâheillâllah’a dair olacak. Çünkü Şafiîlerin namaz tesbihatından ve duâdan sonra otuz üç defa aynen Sübhanallah, Elhamdülillâh, Allahuekber gibi otuz üç defa da Lâilâheillâllah’ı çok Şafiîler okuyorlar.

Lem’alar, 29. Lem’a

Lügatçe:

envâr: Nurlar.

delâlet: İşaret.

teshil: Kolaylaştırma.

lemeât: Parıltılar.

halâvet: Şirin, tatlı, hoş.

ilhah: Üzerine düşme, zorlama.

müşevveşiyet-i hal: Hal, durum

karışıklığı.

ecza: Parçalar, cüzler, kısımlar.

ukde-i hayatiye: Hayat düğümü.

silsile-i tefekkürât: Tefekkür silsilesi.

30.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004