Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Okuma seferberliği

İnsanlığın en büyük düşmanlarından birisi hiç kuşkusuz bilgisizlik ve cehalettir.

Cehalet, insanlar arası bağları koparır ve onları birbirine düşman yapar. Gerçekten, bağlayıcı irtibat ögelerinin zedelendiği toplum bireyleri arasında itimat, güven ve emniyet sarsılır.

Cehaletle savaş insanlığın başlıca görevidir. Hatta ‘Hz. Peygamber’in savaş açtığı hususların başında cehalet gelir’ diye bir iddia ileri sürülse bu konuda herhangi bir abartı söz konusu olmaz.

Resûlullah Efendimiz’in bilgi ve hikmetten yoksun bir kalbi harap ve virane bir eve benzetmesi çok dikkat çekicidir. “Sakın, cahil olarak ölmeyin” ifadesi ise bu konuyu vurgulama bağlamında çok anlamlıdır. Özellikle cehaletle ilgili mazeretin geçersizliğine dikkat çekmesi yine Hz. Peygamber’in bilgi ve hikmete verdiği değeri ortaya koymaktadır.

Dünyada söz sahibi olan toplulukların bu beceriyi bilim sayesinde elde ettikleri bilinen bir husustur. Teknolojik ve bilimsel ilerlemesini sağlamış ya da tamamlamış milletlerin dünyanın her tarafında hâkim konumda oldukları inkâr edilemez bir gerçektir.

Bilimsel ilerlemenin ancak okuma sayesinde elde edildiği hepimizin malûmudur. Gerileme ve tahakküm altına girmenin cehaletten kaynaklandığı bilinen bir gerçektir.

İslâmın ilk emrinin ‘Oku!’ olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Hatta bu okumaya sınırlama getirilmediğini ve bu güzelliğin ihtiyaçla paralel geliştiğini de hepimiz az-çok bilmekteyiz. Başka bir deyimle, bizlere ille de ‘Şunu oku’ gibi bir emir verilmemiş; ancak okumayla ilgili genel ölçüye dikkatimiz çekilmiştir. Yaratan Rabbimiz’in adıyla ve O’nun rızası doğrultusunda olduktan sonra her şeyi okumak durumundayız.

Öncelikle kendimizi okuyacağız, kendimizi tanımaya çalışacağız; dünyaya gönderiliş gayemizi kavramaya gayret edeceğiz. Dünya ve ahiretimizi dengeli bir biçimde imar edecek görevlerimizi öğreneceğiz. İnsanlığa hizmet yarışına gireceğiz. Kâinattaki her şeyi okumaya çalışıp bütün mevcudâtın kendine özgü diliyle O’nu andığını, O’nu tesbih ve takdis ettiğini kavramaya özen göstereceğiz. Bu gözle fizik, kimya, coğrafya, matematik ve bütün müsbet ilimleri okuyup anlamaya gayret edeceğiz.

Cehaleti eğitimle ortadan kaldırma dışında hiçbir şansımız yoktur. Çünkü:

Cehalet bütün kötülüklerin anasıdır.

Cehalet bütün geriliklerin yuvasıdır.

Cehalet bütün felâketlerin babasıdır.

Kısacası; ezilmek, horlanmak, küçümsenmek, itilmek ve dışlanmak cehaletin meyveleridir.

Cehaletle savaşmak bu denli önemli iken, ‘okumama’ hastalığına dâvetiye çıkarmanın açıklanabilir bir gerekçesi olamaz.

Gerçekten ‘okumamak’ bir hastalıktır. Ne yazık ki, pek çok insan tercihini ‘okuma’ yerine ‘seyretme’den yana koymuş ve bu müzmin hastalık sâri bir biçimde toplumu kemirmiş, mahvetmiş ve perişan duruma sokmuştur.

Okumama hastalığının panzehiri ‘Okuma Seferberliği’ ilân etmektir.

Önce kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak bu hastalığı yenmeye çaba göstermek; belli programlar dâhilinde severek okumayı ve bunu alışkanlık haline getirmeyi de sağlamak durumundayız.

Bu seferberlikte biricik parola ‘okumak’ olmalı. Beş dakika dahi boş bırakılmamalı… Ancak bu ciddiyetle iyi sonuç elde edilebilir.

Büromuzda, çalışma odamızda, seyahat çantamızda ve hayatımızı sürdürdüğümüz her alanda beraberimizde gezdirdiğimiz ve takip ettiğimiz bir kitabımız olduğu takdirde bunu başarma şansımız olur. Hatta şehir içi vasıtalarında takip ettiğimiz kitabı çıkarıp okumamız, başkasına örnek teşkil edecek ve topluma mal olan bu alışkanlık sayesinde okumayı sevme erdemi yakalanmış olur.

Okuyan ve okuduğunu anlayıp gereğini yapan ferdler olmamız dileğiyle…

[email protected]

Mehmet C. GÖKÇE

30.07.2007


Altmışıncı hükümeti bekleyen sorunlar

Türkiye, soğuk savaş sonrası küresel dünya sisteminin geçiş süreci zorluklarıyla yüzleşen ender ülkelerden birisidir. Tek kutuplu “yeni dünya sistemi”nin rayına oturtulması uğraşları, en büyük sınavlarını, Türkiye’nin çevresinde vermektedir. Bu durum, Türkiye’yi idare edenleri çok büyük güçlüklerle yüzleşmek zorunda bırakmaktadır. Türkiye, her ne kadar jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik olarak bölgesel güç konumunda bir ülke olarak zikredilse de; jeokültürel olarak neredeyse küresel bir etkiye sahiptir. O sebeple, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede hayatiyet kazandırılmaya çalışılan “Genişletilmiş Coğrafi Projeler” sebebiyle; Türkiye, ilgi odağı konumunda görünse de; gerçekte Türkiye, küresel düzeyde bir etkiye sahip olan jeokültürel ağırlığı sebebiyle ABD öncülüğündeki mihverin hedef tahtası ya da uydu yönlendirmesi haline gelmiştir. O noktadan baktığımızda, Türkiye’nin, görünenin ötesinde bir derinlikte zorluklar yaşamaktadır denilebilir.

Türkiye’nin çevresinde dizayn edilmeye çalışılan projeler dikkatle değerlendirildiğinde; sanki küresel güç odaklarının, her şeyi “Türkiye odaklı” olarak kurguladıkları kanaati insanda hâsıl oluyor. Meselâ, yeni dönemin tek küresel aktörü konumundaki ABD’nin öncülüğünde oluşturulan ABD-İsrail-AB mihverinin şekillendirmeye çalıştığı Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, Genişletilmiş Karadeniz Projesi, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin dillendirdiği Genişletilmiş Akdeniz Projesi ve Avrupa Birliği’nin “Genişletilmiş Avrupa Projesi” çağrışımı yapması bağlamında baktığımızda; dört adet farklı “Genişletilmiş Coğrafi Proje”nin her biri Türkiye’nin çevresine sarmalanmak istenmektedir. Açıkçası, İslâm coğrafyasının ana gövdesi üzerinde farklı projeler uygulamaya konulmaya çalışılırken, özellikle İslâm dünyasının baş aktörü konumundaki Türkiye çepeçevre kuşatılmaya çalışılmaktadır. Pek tabiî olarak Türkiye, bir taraftan çepeçevre kuşatılırken; diğer taraftan ise, ister istemez tam bir “merkez ülke” konumuna oturtulmaktadır.

Burada Türkiye açısından dikkat çekici üç senaryo dillendirilebilir: Birincisi, sahip olduğu coğrafi konum sebebiyle Türkiye, küresel sisteme yön veren aktörlerin bölgesel nitelikli projelerinde “kontrol ve kumanda merkezi” konumunda değerlendirilmek istenmektedir. Bunun için de, söz konusu aktörlerin isteklerine uygun bir “esnek yapılı devlet sistemi” oluşturulması beklenmektedir. Avrupa Birliği uyum süreci paralelinde yapılan “güdümlü reformlar”a rağmen, bu tarz bir yapılanma henüz oluşturulabilmiş değildir.

(...)

Bütün bu değerlendirmelerden hareketle; Üçüncü AKP Hükümeti’nin önünde bulunan dış politika sorunlarını kısaca şöyle sıralayabiliriz: 1- PKK terör örgütünün varlığı ve bu örgütün ABD-İsrail-AB mihveri tarafından kullanılmaya çalışılması. 2- Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması girişimlerinin Türkiye’ye karşı kullanılmaya çalışılması ve Irak’taki Türkmenlerin de Kürt unsurların içerisinde asimile edilmeye uğraşılması. 3- Kerkük bölgesinin Kürt özerk yönetimine bağlanması ve zamanla muhtemelen Kürt devletinin içerisine dâhil edilmesi amacıyla devreye girdirilen yoğun göç ve referandum uygulaması. 4- İran içerisindeki otuz milyon civarındaki Azeri Türkünü ayaklandırarak ayrılıkçılığa teşvik etme peşinde koşan ABD-İsrail-AB mihverinin, Türkiye ile İran’ı savaştırma amaçlı kumpasları. 5- Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında, bölgemizde ve hatta İslâm dünyasında devreye girdirilmeye çalışılan “mezhep ve etnik çatışma” projeleri. 6- AB’ye üyelik süreci kaynaklı sorunlar. 7- Avrasya enerji rekabeti gerilimleri. 8- İran-Pakistan-Türkiye mihverinin örtülü birlikteliğinin zayıflıkları. 9- ABD ve İsrail ile yaşanan güvensizlikler; vs.

[email protected]

Dr. Sıddık ARSLAN

30.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004