AKP’nin ikinci dönemi halk için de kendileri için de gayet zor geçecek bir dönem. Artık her şey ayan beyan ortaya çıkacak ve beklentilerin sınırları netleşecek. Aslında ben girilen yol itibarıyla sonunu görebiliyorum. Sonu çıkmaz olan bir yol. İsterse bazı kanunlar çıkarsalar bile bu sadece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur. Oysaki hem kendileri hem de halkı dönüştürüyorlar. Bu bağlamda, siyasî bir zafer kazansalar bile ontolojik hezimet kaçınılmazdır. Halkımız bunu geç anlayacak.
Dolayısıyla ikinci döneminde AKP için üç yol var. Üçü de çıkmaz. Bunlardan birisi, seçimin kazandırdığı atmosferle geçirecekleri rahat bir iki yılın ardından yeni bir krizin patlak verme ihtimalidir. Seçimlerle en az bir iki yıl kazandılar. Ondan sonrası kendi marifetlerine bağlı. İkinci ihtimal, inkita olmadan sonuna kadar gitmeleri, fakat halkı tatmin edebilecek ve beklentilerini karşılayabilecek bir idare tarzı ortaya koyamamaları ve sonunda ANAP gibi iflâs etmeleridir. Üçüncü yol ise bir takım kanunî düzenlemeler yapmaları ama pratikte bunun kıymetini hiçe indiren sosyolojik bir değişime öncülük etmeleridir. Yani siyaseten başarılı olsalar bile sosyolojik olarak başarılı olmaları girdikleri yol itibarıyla imkânsız demesek bile imkânsız derecede zordur. Halkın anlayamadığı da bu husustur. Bununla birlikte, gözlerin arkada kalmaması için bu ihtimalin de değerlendirilmesi belki de iyi oldu. Bu itibarla, sorumlulukları artmıştır. Sorumlulukları artmakla birlikte tarzlarında bir değişme görülmemektedir.
Bir takım dostlar AKP’nin ikinci döneminde onlardan daha atak tavırlar bekliyorlar. Fakat alışkanlıklar kolay kolay terk edilemiyor veya değiştirilemiyor. Bu itibarla, kanaatimce içinde bulundukları şartları kanıksadılar. Bundan dolayı kendilerinden bir hamle beklenemez. Fakat inşaallah biz haksız, millet ise haklı çıkar. Önemli olan da budur. Bununla birlikte ‘yedisi neyse yetmişi de odur’ diye bir söz vardır. Sünnetullah gereği bunun dışına taşabileceklerini sanmıyorum.
***
Sözgelimi Prof. Dr. Zafer Üskül’ün Kemalizmle ilgili tekliflerinin tartışıldığı ve tepkilerinin ele alındığı bir sırada Şarku’l Avsat gazetesinin hakiym (hikmet sahibi) yazarlarından olan Zeynelabidin Rikabi Türkiye ile alâkalı çok ilginç bir makale kaleme almış. Kemalist laiklik anlayışını irdeliyor ve Fransa ile birlikte Türkiye’deki laiklik anlayışının Fransız devriminin tabiî bir ürünü sayıyor ve iki ülkede de hayat tarzı anlamında kullanıldığını kaydediyor. Hayat tarzı demek pratik din veya gelenek demektir. Çok ilginç bir şekilde Sarkozy’nin kurumsal laiklik anlayışıyla oynama meselesine en fazla tepki gösterenler Fransız Masonları oldu. Kendilerinden olduğu halde laikliğin genleriyle oynanmasına müsade etmediler. Adeta yeni mabedin bekçileri onlar. Türkiye ile alâkalı da böyle.
Cumhurbaşkanı Necdet Sezer Masonların mevcut düzene müzahir olmalarından dolayı onlara şükranlarını sunmuştu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Mason biraderlerden Paşakay’a “Sizi ülkemizde Atatürkçülüğün ve laikliğin teminatı olarak görüyorum’ demişti. Demek ki iki ülkede de laikliğin bekçileri aynı mahfiller. Mabed Bekçileri zamanla nasıl Malta Şövalyelerine dönüşmüşse, Masonlar da muayyen sistemlerin muhafızları haline gelmişlerdir. Meselemiz elbette bu değil. Ama ‘Laikliği kollamak dini sollamak’ diye (Acaibü’d dünya el elf: Himayetü’l ilmaniyye ve istibahatü’t din, Zeynelabidin Rikabi, 28 Haziran 2007 Şarku’l Avsat) yazmış olduğu makalesinde şunları kaydediyor: “Şaşırtıcı olan laikliği bu tarz kesimlerin koruması veya kollamasından ziyade AKP’lilerin konu etrafındaki hassasiyetleridir. İkide bir ve de usanmadan ülkelerindeki laikliğin temellerine bağlılıklarını bildiriyorlar...”
***
Bu bağlamda Zafer Üskül meselesi de ikinci bir Atilla Yayla meselesine dönüşmek üzere. Hemen yalnız bırakma eğilimi içine girdiler. Aslında bu Erbakan geleneğidir. Partisini yargılayan mahkemeye ‘Büyük mahkeme, kimse bizden isyan beklemesin. Adaletine güvenimiz tamdır’ şeklindeki sözlerini hatırlıyoruz. Sözleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor. 28 Şubat sürecinde aynı şeyler Cüneyt Ülsever’in başına gelmişti. Cüneyt Ülsever’in ağzıyla askerlerle konuşan, ama zılgıt yiyince de ‘ben değil, Ülsever söyledi’ diyenler (Recai Kutan) yine aynı geleneğin bağlılarıydı.
Şimdi de ‘Atatürk ilkeleri Anayasa’dan çıkarılmalı ve anayasa teknik olmalı’ diyen Zafer Üskül partisi tarafından da dışlanıyor. Aynen Rikabi’nin yazdığı gibi. Vatan gazetesinin mufassal haberine göre Burhan Kuzu, Ertuğrul Yalçınbayır ve Ahmet İyimaya gibi alanın uzmanları da Üskül’e tepki göstermişler.
Aynı gün gazetelerde konu etrafında AKP’li Mimar Sinan Belediye Başkanı Cuma Bozgeyik’le alâkalı da bir haber yayınlandı. ‘Şekerli kahve’ fıkrasından dolayı 3 yıl hapsi isteniyormuş. Büyük ihtimalle yine ağızlarına gözlerine bulaştıracaklar. Zira çıkış noktaları baştan yanlış.
30.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|